Yirminci yüzyılın 3.ncü çeyreğini, 1950-1970 li yılları Kapsayan dönem içerisinde, Kasaba halkının Bağ ve bahçe işleri ilgili faaliyetlerini, yaşadığımız ve gözlemlediğimiz kadarı ile aktarmak istedik. Bu bilgilendirme akademik bir araştırma olmayıp, zamana ait kişisel gözlemden ibarettir.
Halkın geçimi kaynağı Tarım olup, sulu tarım ile Bağ ve Tarla faaliyetlerini içerisine almaktadır. Bu yazımızda Nar da Bağcılık hakkındaki yaşanmışlıklar ve izlenimlerimizi anekdot olarak sunacağız. Bu gün çok büyük bir bölümü elden çıkarılıp civar köylülere satılmış olan bağlarımızın hududu güney- doğuda, Nevşehirin hemen altında, kadirak mihverinden başlayıp, kepez, senirin, çat köyü üzerinden Ağyazı, Açık saray ile Gülşehir sınırına, Çayır özü ve Bulkaz başı ile sulusaray köyü üzerine, Doğuda; Büyük çayı kesen kara yolu altından uzanarak, karaağaç, Karayazıya (Üniversite arazisi) kadar uzanan bir yelpazede yer almaktaydı. Kasaba halkının en önemli geçim kaynağı olduğundan bağların bakımına özen gösterilir, yüksek ve kaliteli verim alabilmek için yoğun emek sarf edilir, kasaba halkı gece gündüz arı gibi çalışırdı. Gidip- gelme ve mahsulü taşıma; at, eşek,ile olur; varlıklı kimselerde at arabası ile bulunurdu. Bağların bulunduğu mevkiye göre bağların mesafeleri de değişik olup, en uzaktaki takriben 10 km kadar olduğu için insanların gidip gelmesi eziyetli ve yorucuydu. Şimdilerde At-Eşek ve at arabaların tarih olduğuna ve her evin önünde bir araba olduğu, dikkate alındığında, o zaman insanların nasıl zor şartlarda çalıştıklarını tahmin etmek mümkündür. Bağcılıkta emek ile hasıla (mahsül alma) doğru orantılı olduğundan, bakım konusunda ne kadar bilinçli olunur ve emek verilirse, hava şartlarına göre mahsul de çok ve kaliteli olurdu. Toprağın büyük bölümü tüf denilen yanarda atıkları olduğundan ne kadar emek sarf edilirse edilsin zaten alınabilecek ürün düşük seviyede olurdu. Yoğun emek ve bakım artı gübreleme ile verimin artırılması için büyük çaba gösterilirdi. Bağcılıkla ilgili faaliyetler yıl boyunca belli bir sıra ile devam ederdi.
BAĞ BUDAMA : Budama, alınacak ürünün verimli olmasında önemli bir faktördü. Bu konuda zamanla beceri kazanmış ehil kimseler tarafından yapılır, ehil olmayan kimselerde kesilmiş çubukları toplayıp deste yapar ve birikme noktasına taşırdı. Budama da eğri bağ bıçağı ile testere kullanılırdı. Çubukları keserken ve bırakılacak göz miktarı bağın bakımlı olmasına göre değişir, genellikle iki göz bırakılırdı. Toprağa bakan ve dirsekten çıkanlar öncelikle kesilir, Kuruyan kütüklerin ve kütüklerdeki gereksiz çıkıntıların(omca) temizlenmesinde özen gösterilirdi. Bağ budama işleri, şubat ayı sonunda ve genellikle üçüncü cemrenin düştüğü beş- altı mart tarihleri sırasında, kahverengileşen çubuklar yeşermeden 15 gün önce başlardı. O zamanlarda Kışlar fazla olduğundan, erken budandığında donmalara maruz kalır, geç kalınır çubuklarda gözler çıkmaya başlarsa, budama esnasında kabaran gözler atardı. Şimdilerde kışlar ılıman geçtiğinden son baharda, kışa girmeden de budama yapılabilmektedir.
GÖZ AÇMA- GÖZ KAPAMA(gömme) : Göz kapama, bağ çubuğunun kök ve kütük kısımlarının tamamen torakla kapatılıp, kış şartlarında donmayı önlemek için sonbahadrda yapılır; İlk baharda budama sonrası havaların uygun ısıya ulaştığı zaman Bağ çubuğu köklerinin havalanması ve ısıyı daha fazla alabilmesi için, çubuk kökleri etrafındaki topaklar tamamen açılırdı (göz açma). Bağcılığın yok olmaya başladığı şimdilerde, kış ayları olası bir donma olmadığından, göz açma ve kapama işlemi yapılmamaktadır.
Gübrelenme(ters verme) : gübreleme faaliyetine o dönemlerde çok önem verilirdi. Bağ çubuklarının güçlenmesi dolayısı ile fazla mahsul alınması amaçlanırdı. Gübre temini masraflı olduğundan, hiç gübre veremeyenler olduğu gibi, belli periyotlarla devamlı gübreleyenlerde vardı. Şimdilerde, öksüz ve bakımsız kalan bağlarımızın gübreleme konusunda şansı ne kadardır bilemiyoruz. Bağlarda gübre olarak İnsan ve hayvan dışkıları, güvercin gübresi ve kimyasal gübreler kullanılırdı. Bunlar içerisinde en tercih edileni ise güvercin gübresiydi. O zamanda tuvaletlerin kanalizasyona verilmesi söz konu olmadığından, her evde tuvaletin sokağa açılan kapısından, dışkı münasip alanlara çıkarılır iyice kuruduktan sonra toplanıp kullanılırdı, Ahırlarda hayvan dışkıları ince saman(Kesmik) atılıp, ilk bahara dışarıya uygun bir mekana (Ev aralarına,Yollara) çıkarılarak kurutulur ve kullanılırdı. Bu işlemler aynı zamana denk gelip herkesin dış ortama gübre sermiş olduğu düşünülürse, sağlık açısından insanların nelere maruz kaldığını bu gün anlamak ve kabul edebilmek çok zordur. O zamanlarda, ölümlerin büyük oranda Hepatit-C den olduğunu şimdi anlayabiliyoruz. Güvercin güresi azotu fazla olan, çok etkili olan bir güre olup tercih edilirdi, kasabanın kuzey-doğusunda Nar vadisine bakan yamaçlarda bulunan, Halendere dediğimiz yerde, çoğunluğu aşağı mahalleden insanlar kayaları oyarak, küçük pencereleri olan güvercin evleri haline getirmişlerdi. Yüzlerce olan bu güvercinliklerde mahşeri kalabalıkta güvercin yaşardı insanlar muntazam olarak gidip güvercinlerine yem atar, gah gah diye bağırarak komşu güvercinlerini de çalmaya çalışırlardı. Karlı kış günlerinde, özellikle güvercinlerin tüneme zamanı olan akşam ezanına yakın zamanda, yem atanların sesi biri birine karışır, yankılanan sesler adeta bir koro oluştururdu. İlk baharda herkes güvercinliğini açar, yıl içerisinde biriken gübreyi alırdı. Şimdilerde, insanların ve kuşların terk etmesi ile bir anlamı kalmayan ve tarih olan bu yerler geçmişte çok önemsenen yerlerdi. Tabidir ki buralardan çıkan gübre miktarı ihtiyacı karşılamaz, o zaman civar yörelerden temin edilirdi . Amonyum nitrat ve amonyum fosfat içeren bu gübreler, çok kullanılmakla beraber, biraz pahalı olduğu için ancak varlıklıların tercihi olurdu.
Bağlara güre verme(gübreleme) genellikle son baharda olur; yağacak Karın ve yağmurun etkisi ile gübrenin bağ köklerine kısa sürede inerek fayda sağlaması amaçlanırdı. Gübre, bağ çubuk köklerine takriben 40-50 cm uzaklıkta toprağa açılan çukurlara gübrenin atılıp üzerinin toprakla kapatılması şeklinde yapılırdı.
FİLİZ ALMA : Filiz alma¸ çubuklar üzerinde bırakılan gözlerin haricinde, istenmeyen sürgünlerin temizlenmesi olup, bırakılan gözleri daha iyi gelişmesi içindi. Öncelikle kökler üzerindeki ler alınır, Salkımlar belirince ikinci kez filizler alınırdı.
Bağlardan istenilen verimin alınabilmesi için torağı havalandırılması ve istenmeyen otların temizlenmesi için gerekliydi, o dönemlerde mutlaka önce belleme sonrada bir veya iki kez çapalama yapılırdı. Bellemede toprak daha derinden havalandırıldığı için tercih edilir, Gücü yetebilenler iki defa bu işlemi yapardı. Bağ belleme genellikle keşik dediğimiz, karşılıklı dayanışma ile birden çok insanla yapıldığından, toplu çalışma konuşma, şakalaş ma, türkülü ve şarkılı şekilde pek keyifli geçerdi. Keza çapalamada ailece veya keşikli olarak topluca yapılırdı. O zamanlarda çapalama elle çapalama ve atla çapalama şeklindeydi. Günümüzde belleme yapılmayıp Atla veya çoğunlukla küçük traktörlerle yapılmaktadır. Geçen uzun zaman içerisinde yaşlanan bağlar sökülüp yenilenirdi. Bu yenileme yapılmadan önce, toprağı havalandırmak için takriben bir metre civarında toprak alt üst edilirdi Kirizma denilen bu işlemden sonra tekrar çubuklar dikilirdi. Yeni dikilen bir çubuk dört beş yılda mahsul vermeye başlar dı .Her iki dönemi yaşayan insanlar için, değerlendirme ve uygulama farklılıkları ile zaman içerisinde insanların bakış açısındaki değişim ve teknolojinin neler getirip neleri de aldığı hususlarını anlayabilmekte zorlanılmaktadır.
Bağlardan istenilen verimin alınabilmesi için, bağlara musallat olan hastalıkları bilmek ve onlarla mücadele etmek esastır. Ne var ki bu gün bilinen hastalıklar pek bilinmez, bilinse de mücadele için gerekli ilaçları bulma olanağı imkana bağlıydı. Bizim hatırladığımız kadarı ile birisi salkımlar çiçekte iken diğeri de alacalar düştüğünde, külleme denilen hastalıkla mücadele için bağlara kükürt atılırdı.
Bölgenin en önemli geçim kaynağı olan bağcılığın da diğer tarım faaliyetleri gibi atalardan gelme usullerle yıllar boyu kasabamızda da devam ettirilmiştir. O zamanlar Bölgede bağcılığın geliştirilmesi için devlet tarafından karayazı mevkiin de kurulmuş olan Bağcılık istasyonu da halkın bilinçlenmesi ve gelişim adına pek bir şey verememiştir.
Kasabamızda yapılan bağcılıkta, benim bildiğim, yöresel ismi ile siyah ve beyaz İmir (emir) Çavuş, parmak, kızıl, buludu, keten gömlek ismi verilen üzümler yetiştirilirdi.
BAĞ BOZUMU :Bu günkü anlamda Bağ bozumu faaliyeti, kuru kesme olarak tabir edilirdi. Siyah üzümlerin bir kısmı toprak sergilerde kurutulur, yenilir veya satışı yapılırdı. Beyaz üzümlerin bir kısmı, yemelik olarak ayrılır, özellikle parmak üzümleri kışın yemek için çalılara takılarak havadar ve serin yerlerde muhafaza edilir, çoğuda kesilip pekmez kaynatılır; siyah üzümün kalanlar yaş olarak satılır veya şaraphaneye verilirdi. Kurutmak için kesme (kuru kesme) ve yaş olarak ürün hasadını anlatmadan önce Nar hudutları içerisinde, Nar- Nevşehir arası eski yol üzerinde kurulmuş olan şarap fabrikası hakkındaki bilgi görgü ve duyumlardan da bahsetmemiz gerekir. Değerli ağabeyim ve meslektaşım, Gülşehir in yetiştirdiği Av. Ali İhsan Açıkgöz ün bu konuda yapmış olduğu yazılı medyada da yer alan Araştırma ve incelemeden aklımda kaldığı kadarı ile, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk; Kayseri, Niğde, Nevşehir, ve Kırşehir i kapsayan yurt gezisi sırasında bölge halkı çiftçinin ürettiği malların değerlendirilemediği yakınması karşısında, İlgilenmiş, Yanındaki görevlilere, AOÇ bünyesinde bir Tarım Satış Kooperatifinin kurulması talimatı vermiş, 1935 Tarih ve 2834 sayılı kanun ile bölgede tarım satış kooperatifi açılmıştır. 1942 yılında bölgeyi ziyaret eden İsmet İnönü Nevşehir e geldiğinde, Belediye Başkanı, çiftçinin taleplerini ileterek bir şarap faabrikası kurulması talebinde bulunmuştur. Sayın İnönü Yanındaki Tarım Bakanına, Nevşehir de AOÇ ne bağlı bir şarap fabrikası kurulması talimatını vermiş ve hemen çalışmalar başlamıştır. 1950 li yıllara gelirken fabrikanın büyük bir bölümü açılmıştı, Bizler Nevşehir’e Orta okula gidip gelirken çalışmaları izlerdik. Bölge çiftçisine uzun yıllar hizmet eden ve yüzlerce işçinin ekmek yiyip emekli olduğu bu güzelim fabrika siyasilerin elinde yok olup gitmiştir.
Üzüm salkımlarının iyice olgunlaşması ile 25 Ağustostan itibaren Kuru kesme(Kuruya Kesme) faaliyeti başlardı. Küçük bağlar yalnız aile fertleri ile, Büyük bağlarda imece usulü ya da Irgat(İşçi) tutularak kesilirdi. Kesim sıra ile en önce olgunlaşan yerlerden başlayıp, bağı çok olanların kesme işi 15-20 günü bulurdu. Gerek Bağ ve gerekse Bahçelerde hasat ın başlaması ile insanlarda tatlı bir telaş başlar, zamanı hiçe sayarak gece gündüz yorulmadan çalışırlardı. Sabahın erken saatinde insanların konuşma sesleri, at, eşek naraları ve araba sesleri ve köyün içini kaplar, Bağ yolları insanla dolardı. Uzun mesafeli bağlara giderken bazen bir pınar kenarında 5-10 dakika mola verilir( Gavur pınarı, kepez) insanlar oradaki pınarlardan sıra ile testilerini doldururdu. Gidiş yolunda pınar yoksa gereken su evlerden götürülürdü. Bağlara yaklaşırken biz çocuklar önden koşarak gider, en büyüklerinden bir salkım üzüm keserek bağın girişinde bekler, Ailenin yaşlısın yada aile reisine, hasadımız bol olsun diyerek sunar ve bahşiş alırdık. Bağa varıldığında, çalışma başlamadan önce Aile reisi bir iş bölümü yapardı. Ailenin yaşlı fakat çalışabilen bir erkeği Genellikle sergileri yapmaya ve kesilip taşınan üzümleri sermeye, Yaşlı büyük anneler Yemek ve bulaşık işlerine, kadın- erkek ehil kişiler kesime, Genç ve güçlü olan erkek ve bayanlar, genellikle çocuklara kesilen üzümlerin taşıma işleri verilirdi. Çalışma esnasında konuşmalar şakalaşmalar gırıla giderdi. Çalışmanın en tatlı bölümü yorgunluk sonrası öğle yemekleri idi. Genellikle Bol ve taze etle pişirilen patlıcan veya patates yemekleri, Tüm ailenin bir çember şeklinde ve yan oturarak(Kalabalık ise) oluşturduğu sofraya, büyük bir lenger(sahan) ile sunulan yemeği yerlerdi. Yemeğin yanında genellikle üzüm ( Misket üzümü) salkımları eşlik ederdi. Kesilen üzümle Güneşe bakan belli eğimde toprak yığını uzun sergilere serilirdi. Önceleri direk torağa serme yapılırken, maddi imkanlar ve gelişim sonucu önce altlarına gazete sermeye daha sonraları da sofra bezine benzer malzemelere serilmeye başlanmıştı. Serilen üzümlerin kuruması aşağı yukarı 15-20 günü bulur, bir hafta sonra üzümlerin altı üstüne çevrilirdi. Üzümlerin kesimi ve özellikle kurutulma sırasında beklenmeyen yağışlarda olur, bu yağış olduğunda gündüz gece insanlar bağa koşar ya üzerine bir şeyler örtülür, Kurumuş gibi ise toplanıp getirilir bir müddet de evde kalınca serilip kurutulurdu. Çok yaş olarak kalmış olanlara” gebeş “ denilir uzun süre evin damlarda kurumaya bırakılırdı.
Kuru üzün hasadının hemen ardında beyaz üzümlerin kesilmesini başlardı, genelde bağları olan her evde, bir şirehane (şirahna) bulunurdu. Kesilip küfeler içerisinde taşınan üzümle buraya dökülürdü. Bağ bozumu nun bir kısmı olan bu faaliyet daha bir zahmetliydi. Kesilip küfelere doldurulan üzümler günlerce eşekler ve at arabaları ile taşınır, akşama kadar bazen defalarca yapılan bu iş gençlere düşerdi. Şire haneler dolduğu zaman hemen hemen çiğnemeye geçilir, bağlarda kesimi devam eden üzümlere yer açılırdı. Çiğneme işini, ayaklarında lastik çizme, genç ve güçlü erkek veya kadınla yapardı. Çiğneme ile akan şire hemen alttaki “Bolum” denilen çukurda toplanır, oradan büyük kaplara dinlendirmeye alınır dı. Dinlendirme ile tortuları dibe çöken ve durulaşan şire geniş kaynatma leğenlerine alınıp, üzerine (100 kg şireye 1-1.5 kg ) Pekmez toprağı atılırdı. Pekmezlerin kaynatma zamanı gelince eşeklere yüklü toprak satanlar çoğalırdı. Pekmez toprağı %50-90 oranında kireç içeren, beyaz renkli bir toprak olup, Şire içerisinde bulunan istenmeyen maddelerin dibe çökmesini aynı zamanda şire nin PH (6-6.5) seviyesini ayarlardı. Leğenlere konulan şire takriben 10 dakika kadar( yöresel tabirle bir taşım) kaynatılır ve dinlenme kabına alınır bekletilirdi. Pekmez kaynatma tabir edilen iş karışık bir işlem olup. Bilgi, göğü ve becerisi olan hanımların talimatına göre faaliyet yürütülürdü. Yapılması planlanan pekmez çeşidine veya Pekmez ile yapılacak ürünlere göre işlem sırası farklı olurdu. Yöremiz de genellikle; dur pekmez, Bal pekmezi, pelverde, Köftür, tarhana, cevizli sucuk yapılırdı.
DURU PEKMEZ : Dinlenmiş şire leğene alınır, Kıvama gelene kadar kaynatmaya devam edilir, Taşmaması için 2 saat kadar köpükleri kepçe ile alınır, renginin ve tadının güzel olması sağlanırdı. Pekmezin kıvama gelip gelmediğine alınan numune ile sık sık bakılarak, renk-tat- yapışkanlı gibi kontroller yapılır, numune üzerine su döküldüğünde, su ile karışmıyor ve suya rengini vermiyorsa ve ağıza alınca boğazı yakıyorsa pekmez olmuş demekti.
BAL PEKMEZİ : İhtiyaç ve leğenin büyüklüğü dikkate alınmak kaydı ile, Mesela leğen küçükse 6 büyük tas( 10-15 litre) şire dökülür, kaynatılmaya başlanır. Şire az olduğu için alt kısmının yanmaması için devamlı olarak uzun saplı çalı süpürge ile devamlı karıştırılır. Kıvama gelip koyulaşınca küçük bir leğene alınıp, beyazlaşana kadar kepçe ile bir iki saat çarpma yapılır. Büyük bir çömleğe alınıp içine bir oklava sokulur, 0nunla bir müddet alt üst edilir.
PELVERDE ( prkmezle yapılan reçel) : Leğenlere dökülen şire kaynamaya alınır, Rengini değiştirmeye başlayıp tatlanınca, ne reçeli yapılacaksa, ayva, yanmamış kirece yatırılmış su kabağı, kayısı, erik gibi malzemeler içerisine atılıp kaynatmaya devam edilir, koyulaşıp reçel kıvamına gelince çömleklere alınır.
KÖFTER (köftür) : Leğene konulan şire ye 1/10 oranında Un ve nişasta karışımı konulup kaynatılır. İyice pelteleşip balon balon olunca işlem tamamdır. Leğen yere alındıktan sonra ceviz sucu yapılacaksa ipe dizilen ceviz demeti birkaç kez aralıklı olarak batırılıp kurumaya alınır. Leğendeki köftür bulamacı, altı pekmezle yağlanmış kenarlı tepsilere dökülür. (bir nostalji; leğenin dibinde kalan artıklar için mahalle çocukları çağrılır karpuz kabuğu ile yalayıp temizlenmesi sağlanırdı) ertesi gün katılaşan köftür yamuk şeklinde dilimlenir hasırlar üzerinde 3 gün altı 3 günde üstü kurutulduktan sonra bir örtü içine alınır, terletildikten sonra küplere konulurdu.
TARHANA : Şire üzerine 1/8 oranında yarma konulup kaynatılır. Göz göz kaynamaya başlayıp pişme kıvamına deldiğinde indirilir. Bu şekli ile kurutmadan yemek isteyenle doğrudan çömleklere basarlar. Kurutmak isteyenler de ertesi günü ellerine pekmez sürerek ceviz haline getirilen topların üzerine basıp hasırlar üzerinde kurumaya bırakılır. Köfter ve tarhana o zamanlarda kış günlerin vaz geçilmezleriydi. Afiyetler olsun. 25 Eylül 2024
Selâm; yine yeniden sizlerleyim. Yine "NEVNAR" grubumuzdayım. Şükür kavuşturana diyeyim...Zaman zaman bizim gız ara virme, sık sık yaz didiğinizi duyar gibiyim. Haklısınız emme benimde reelde bir yaşantım, sorumluluklarım ve çalışma hayatım var. Bazende ağır imtihanlarım vardı yaşadım ve sabrettim. Hayr'da, Şerde Allah'tan dedim. Şükrettim.
Rabbimden ilahi adaleti bekledim, bekliyorum vede bekliyeceğim. İnşaallah
Şimdiye kadar ki yazılarımda genellikle güçcüklüğümde diye başlayıp, Nevşeer'imin özelliklerini, gözelliklerini anaatıp, yazıyordum.
Bugünde hemşehrilerime, okurlarıma yani sizlere yine Nevşeer'imin yöresel bir kültüründen bahsedeceğim.
Genellikle yazılarımda kendimce örf ve adetlerimizi, yemeklerimizi sinema ve hamam kültürümüzü, Nevşeer'imin mozaik taşları didiğim toprağımın yetiştirdiği nadide insanlarımızı anaatıp, yazdım.
İçahar, Kadirah, Ilıca, Garaaya gibi "ALLAH" vergisi doğal güzelliklerimizide ilerde anlatıp yazacağım. İnşaallah.
Bugünde "Nevşeer'imin bağları,
"Büklüm, büklüm yolları didim emme önce "Bismillah" didim sonra "Yarabbi" didim,
Yasminin sana sığındı, sana inandı, sana güvendi.
Sana inancı sonsuz; sen "Ol dersin olur," bu Yasmin kulunda yıllar sonra aldı; eline kâadı, galemi düştü; Nevşeer yollarına güçcüklüğümde diye bi başladı, yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını ve derlediklerini kendince; gönlünce diline ne geldiyse, dili ne didiyse, galemince uzun uzun yazıvirdi...
Şincikte uzun lafın kısası," Bu seferde
"BAĞ BOZUMU"nu anaatmaya, yazmaya çalışacağım. İnşaallah...
Nirden mi başlıyayım, tabiki en baştan "Bağ Budama" faslından başlıyayım.
Bağ budamayı babamda, Dursun halamda çok iyi bilirdi, Rahmet canlarına.
Babam Mart'ın sekizinde bağlar budanmaya başlanmalı ki mart'ın onunda asmalara su yürüyecek, "Mart dokuzu" gelmeden budama yapılması lazım ki; bağ'dan verimli üzüm alınabilsin dirdi.
Hatta "Mart'ta sıra ile nNisanda çıra ile dinirdi. Nisan ayı geç kalındığı, çıbıhlar uyanıp ağladığı için gece gündüz demeden çıra aydınlığında bile budanırdı. Sefa Kuzugüden Abim engin bilgisiyle yazıma ışık tuttu. Teşekkürler.
Kocakarı takvimine görede "Mart dokuzunda çıra yak, bağ buda" denirmiş ya; bende araştırdım, Mart Dokuzu 22 mart'a denk geliyormuş..
Mart ayı geldimi Nevşeer'ede bi hareketlilik gelirdi. Dimiyi giyen, Atkıyı, Çarı çeken zabaan köründe ve ayazında yollara düşerdi. Mart'ın ilk haftası bağlarda budama başlar, mart sonuna kadar bağlar budanır, gündüzler yetmezse çırayla sabahlara kadar bağ kütükleri budanırdı. 2 göz veya 3 göz açılımı yapılır. Çıbıhlar toplanır, belinden bağlanır, deste deste yapılır bi gıyıda yığılır. Ağşam üstüde eşeklere yüklenir, evlere getirilirdi. Hatta bizim evde damların köşesine bir duvardan bir duvara gelecek şekilde üçgen kalas uzatılır, onun üstüne deste çıbıklar sırayla dizilir, bu çıbıhlar kendi halinde kurur, yuuka epmek yapılacağı zaman damdan hayat'a atılır, gazellerle tandır tutuşturmaya çok işe yarardı.
Bağ büyük veya çok olunca ırgat tutulur, bağ bellenir, çapası yapılırdı.
Bağ kütüğündeki yeni yeni çıkan filizlerdende toplanır, bu filizlerin kabuğu soyulur, yenirdi. Bazen ailecek "Filiz" toplamaya gidilir, ucundaki taze yapraklarda toplanır, kurutulur. Kışında öfelenir, içine ıcıcıh sızgıt katılır, bulgurlu yaprak cacığı pişirilir; ekşili ekşili yoğurtlanarak afiyetle yinirdi.
Türküsü gibi bende bağ'a girdim, başladım yazmaya ve sıra geldi kükürt atmaya. Filizler dallanıp, goruk olmaya başlayınca küf olmasın diye "KÜKÜRT" atılırdı.
Nasılmı himen diyivireyim. Kükürt eski bir yemeni içine gonur, kütükler sırayla gezilir, yemeni sallanır, kükürt serpilmiş olurdu. "KÜKÜRT" atımı bittikten sonra; Mayıs sonu, Haziran başı gibi yeşeren üzüm yaprakları toplanır, toplanan yaprakların bir kısmı salamura yapılır, küp, küpeciğe basılır, gayıtodasina, gayıdevine dizilirdi.
Kalan yapraklarda yorgan iğnesiyle, yorgan ipine tek tek dizilir, boyu 1 metreyi aşınca iki ucu düğümlenir, tavana asılırdı. Tavan didimde; bizim tandırevimizin tavanı sırayla cerek'ti. "Cerek" sıra sıra ağaç gövdesi belli aralıklarla dizilerek tavan yapılır, üstü tahta kalaslar ile kapatılır, toprak atılır, dam oluşturulurdu.
Rahmetli dedem zamanında bu cereklerin yan kısımlarına uzun çiviler çaktırmış; ucu Y şeklindeki upuzun iğde çubuğuyla, sadece ipe dizdiğimiz yapraklar deyil, hevenk üzümlerimiz, kış armudumuz bilem bu çivilere asılırdı.
Güzün bağ bozumunda astığımız yapraklar kendi halinde kurur, gışında anam indirir, haşlar sarma sarardı. Zaten Rahmet canına Dursun halam bizi heç yapraksız bırakmaz, gucak gucak toplar, getirir. Anamda bazen etli bazen zeytinyağlı yaprak sarar, bizde dolmayla birlikte barnaklarımızı da yirdik.
Temmuz ayı gelincede üzümlere alaca düşerdi, halk arasında alaca düşmüşse üzümler olmaya başlamış olurdu.
Banni üzüm veya barnak üzümümüzde Ağustos ortasında olmaya başlar, ağustos sonu gibi de bağ bıçağıyla kesilirdi.
Bağ bıçağı didim de yay gibi kavisli, tahta saplı ve ağzı kertikli olurdu.
Dursun halamla bağa gittiğimiz zaman halam el çabukluğu ile keser keser atardı.
Biz halakızımla barnak kadar çocuğuz; el kadar bıçakla nirde keseceğiz. Bizde belimize bağladığımız pazen önlüklere üzümleri hışalamadan doldurur, küfelere taşırdık.
İş bitti sandınız dimi cıkkss ayrıca saplı alimünyum kovalar ile halamın ardından kütük kütük dolaşır, dökülen üzümleri çiltimine, denesine kadar toplardıh. Küfelere toplanan banni üzümleri eşekle eve getirirdik..
Rahmetli Dursun halam bizi hiç ihmal etmez, 2 eşek yükü üzümüde bizim eve yıkardı. Kış için bizim hayat'ta çalışmalar başlardı. Anam önce hayadımızı bi gözel yur, yıhar guruyunca itaa yani yaygı sererdi. Nemi yapacağız merak ettiniz dimi, himen diyivireyim.
Hevenk üzümü asacağız, nasıl mı önce Hacıbabanın iğde ağacından ince uzun 1..1,5 metre boyunda kesip hazırladığı çalıların baş kısmına halam çentik atardı. Hacıbaba kimmi tabiki Dursun halamın eşi, bizi çocuklarından ayırmayan aile büyüğümüz, atamız. Rahmet canına..
Nirde kalmıştık çentik dimiştik dimi; halam çentikli kısmına biz "GINDAP" dirdik, keten ipiyle düğüm atarak, asmak için yuvarlağımsı tutak yeri yapardı. Çalılarımız hazır olunca besmele çekilir, bereketli olsun diye dua edilir, banni üzümler salkım salkım takılır. İtaa'ya dökülen deneler ve bağ'dayken kovaya topladığımız ciltim ve üzüm deneleri ilede üzüm turşusu kurulur, ziyan edilmezdi. Besmeleyle başlanınca da her işimiz rast gitsin, bereketi içinde olsun dinirdi.
Anam bizim mutfağın bir köşesini üç gözlü ocak, likitgaz tüp, terek ile mutfak gibi,
çapraz köşeyide gayıd-gaman koymak için kullanırdı. Küp küp reçeller, turşular, bekmezler ve gırcı mantı, makarna köftür, tarana gibi erzak kısmıda o köşede dururdu.
Rahmetli babam her sabah bir tas bekmezi kafasına diker, lıkır lıkır içer, merdiven altına "Ahırsekisi" derdik kümes gibi yapmıştık, 3.. 5 tavuk oraya yumurtlardı. Ordanda 2 yumurtayı kırar çiğ çiğ içer, işine giderdi. Kendiside sağlıklı, sıhhatli dipiii gibi gezerdi.
Şimdilerde ben içsem o bi tas bekmez, 2 yumurtayı kesin öğürtüden hastanelik olurdum. herneyse...
Nevşehir üzümlerimiz çeşit çeşitti; Kızıl üzüm, Mor buludu, İmir üzümü, Keten göynek, Çavuş üzümü, Mis üzümü, Horoz bilmemnesi (terbiyem elvermiyor) vardı. İmir üzümünün yaprağı çok güzel olur, keten göynek üzümününde bekmezine doyum olmazdı. Nevşeer'imizin gözel üzümleri Karşıdağ'da, Sürtüğün bayırında, Alacaşar tarafında, Aliefendi'de, Karayazı'da Kızıltepe'de yetişirdi.
Bugün güçcüğükene gördüğüm, izlediğim; Nevşeer'imin bağ budamasını, bağ bozumunu, iki küfe bir yük hesabıyla eve üzüm çekmemizi, hevenk üzümü dizmesi derken kendi üslubumca, bağ kültürümüzü garınca gararınca anaatıp, yazmaya çalıştım.
Ben yazdım "Allah" artırsın, unuttuklarımı okurlarım tamamlasın istiyorum.
Sağlıklı, Sıhhatli Günler Dileklerimle...
"NEVŞEER'İMİN BAĞLARI,
"BÜKLÜM, BÜKLÜM YOLLARI... 2. BÖLÜM.
Selâm; yine yeniden sizlerleyim, geçenki yazımda Nevşeer'imin bağları didim, Büklüm büklüm yolları didim.
Akabindede güçcüklüğümde gördüğüm, izlediğim; Nevşeer'imin bağ budamasını, bağ bozumunu, iki küfe, bir yük hesabıyla eve üzüm çekmemizi, hevenk üzümü dizmesini dirkene; kendi üslubumca, bağ kültürümüzü garınca gararınca anaatıp, yazmaya çalıştım.
Bugünde yazıma başlamadan önce Rabbime niyaz edeyim, halimi arzedeyim.
"YARABBİ"; aldım elime kâadimi, kalemimi yine geldim kapına. Ben sensiz tek kelam edemem, yönüm sana, kalbim sanadır. Sen yaz yasmin diyivircen ben Kadirah'ın Şallağı gibi coşup, Kızılırmak gibi taşıp, senden aldığım güçle yazıvireceğim.
Ben kimimki; Söz senin, dil senin, kalem senin. Yasmin bir kul, bir elçidir, bilirsin elçiye zeval olmaz. Sen ne buyurursan yasmin diyivirir, yazıvirir...
Ya Allah, ya Bismillah..
GELDİ EYLÜL, EKİM GÜZ AYLARI,
SIRADA BAĞ BOZUMU, KURU DÖKME...
Gelelim bağ bozumuyla, kuru dökmeye; güzün vakti saati gelince bağı olan herkesi bi telaşe alır, bağlara gidilir, üzümler kesilir, küfelere konulurdu. İki küfe bir yük olurdu. Küfeler dolusu üzümler eşeklerle evlere taşınırdı. Bağın üzümlerini kestik eve yıhtık iş bitti sandınız dimi cıkks nirdee şincide kuru dökeceğiz.
Kestiğimiz üzümlerin bir kısmını bağda kuru dökerdik. Nasılmı himen yazıvireyim; gara üzümlerimiz olgunlaşınca bağın bi gıyısında seki yapılırdı. Toprak yerden 1 karış yükseltilir, üstü düzleştirilir, üstüne kimisi itaa sererdi kimisi toprak zemine sererdi. Kesilen garaüzümler salkım salkım serilir, kurumaya bırakılırdı. 1 hafta sonra çevrilmeye gidilir, iyice kuruduktan sonra küfelere yüklenir, eve taşınırdı.
Evde toprağı bi gözel elenir, kalburla çöpleri alınır, tekrar elenir. Bir kısmı gışlık gayıdevine kaldırılır, satılacak olanda gözelcene elenir. Üzüm pazarındaki dükkanlara toptan satılırdı.
Bağbozumunda kuru sermeyen gışlığını ayırır, kalan üzümünü Taskobirliğe sirke, şıra yapmak için virirdi. Sonradan meysu fabrikası açılınca üzümler toptan oraya verilmeye başlandı.
=PEKMEZİM & BEKMEZİM=
NEVŞEER DİDİKLERİ,
ÜZÜM'DÜR YİDİKLERİ;
ÇOK HOŞUMA GİDİYOR,
BEKMEZ, KÂRLAMA DİDİKLERİ...
Öncelikle Nevşeer manimizi uyarladığım hemşehrim Doç. Dr Faruk Güçlü abime ve manileri yayımlayan FİB haber ekibine, Halakızım Hayriye Canbay'a ve Şefika Arıtürk ablamada sonsuz teşekkürler..
_Oooo "Portakalı soydum" diye bi başlar devamında da;
"Dolapta pekmez,
"Yala yala bitmez..diye devam iderdik.
Hinci işte o bekmezi, dadından yinmiyen bizim bekmezimizi anlatıp, yazıvireceğim. İnşaallah.
Nirde kalmıştık; üzümleri eve yıhtık, biraz yumuşasın diye bir gün dinlenip, beklerken Dursun halam eşşeğimize heybeyi atar, beni ve Hayriye'yide tam ortaya semerin üstüne oturtur, dıgıdık, dıgıdık bekmez toprağı kazıp getirmek için "Sümer İplik Fabrikasının" arkasına giderdik. Nirdemi eski sanayinin ordan yani köprü başının yukarsında, sağa dönünce oradaydı.
Bekmez toprağı Aliefendi mevkinde, Sürtüğün bayır'da, Sümer'in arkasında genelde o civarlarda olurdu. Bekmez toprağını bi gözel kazdık, torbaya doldurduk, ardından heybeye guyduk, evede geldik...
Ertesi gün dinlenen üzümleri halam şırahnemize küfe küfe dökerdi. Üstünede bekmez toprağını tas tas serperdi. Şinci diyeceğiniz ki bekmezde toprağın işi ne.
Bende diyeceğim ki; bekmeze toprak katılırdı ki şirenin ekşiliğini alsın diye. Şimdilerde bazı bölgelerde toprak katmayı bilmedikleri için pekmezlerde hafif mayhoş oluyor. Emme bizim bekmezimiz toprak katıldığı için dadından yinmez olurdu. Herneyse..
Şırahnemize üzümü döhtük, toprağınıda kattıh sıra geldi çiğnemeye bazen halam, bazende konu komşu yardıma gelirdi. Anam pek çiğneyemezdi emme getir, götür işlerini iyi yapar, bir eli "Çalı süpürgesi" misali ortalığı toplardı. Çiğneme faslında; tertemiz bi gıyıda duran özel bekmez çizmesi giyilir, küfe küfe dökülen üzümler çiğneye, çiğneye bi gözel ezilirdi. Ezilen şireler yani üzüm suları şırahnemizin "Çötlen" borusundan akar, Boğlum'da bi kova olurdu, boğlum'daki kovaya dolardı, halam dolan kovayı alır, anam boş kovayı koyardı. (Rahmetli dedem Hızarcı Mehmet ağa 1900'lerde Taşevimizi yaptırırken şırahnenin önündeki boğlumuda kova sığacak büyüklükte yaptırmıştı.) Kovadaki şireler hayadımızda gıyıda duran gazanlara dökülürdü. Topraklı şireler sabaha kadar dinlendirilir, toprağı dibe çöker, beklerken durulan şireler içinde beri yanda diğer gazan hazırlanırdı.
Nasılmı himen diyivireyim; diğer kazanın üstüne iki oklava uzunlamasına konulurdu, üstüne un eleği dengelenir, iç kısmına tülbent serilirdi. Şire usul usul süzülür, çekirdekleri, çeri, çöpü tülbentte kalırdı.
Şıraanedeki "ŞİF"ler bir gıyıda toplanır, üstüne ağırca bir taş konur, 2 gün bekler; boğluma süzülen şire alınır, sirke yapılırdı. "ŞİF" nemi tabiki çerli, çöplü üzümün posası. Biz iyice şiresi süzülen şif'i yani üzüm posasını dama çeker, serer, kurutur, tandırda yakacak olarak kullanırdık.
Kazanın dibinde kalan topraklı şirede içiçe iki torbanın içine konur, ağzı bağlanır. Hayadın bi gıyıya tahta merdivenimiz vardı onu dayardıh. Merdivenin boşluğuna "Hereni" (küçük kazan) yada güccük ilaan konur, topraklı şire dolu torba merdivenin basamağına asılır, şip şip damlayan şire hereni'ye birikir, hiç israf edilmez. O şire'de kazana ilave edilir, bekmez pişerdi.
Merdivene asılan topraklı şire torbası eşek arılarını mıktanıs gibi çeker, şire posasınada eşek arıları dadanır, zıhım arılar ordu gibi hücum eder, eşekarılarından bizde nasibimizi alır, halakızımla sokulmadık elimiz, yüzümüz, kolumuz kalmaz, bide anamdan zılgıt yer, ben salya, sümük zırlarken, Hayriyem daha metanetli durur, gıkı çıkmazdı...
Anam ıcıcıh toprak ve suyla çamur karar, bide akıl verir arı sokması iyidir, bedeninize panzehir olur der, kardığı bu çamurdan eşekarılarının sokup şişirdiği ikimizin eline, koluna, yüzüne, sürerdi.
Topraklı şireyi süzdük, torbada kalan çamur şeklindeki posa atılacak sandınız dimi cıkss. Dursun halam o şireli toprakla tandırevimizdeki büyük tandır, orta tandır ve yemek yaptığımız vede ocak dediğimiz en güccük tandırın ağızlarını bi gözel sıvardı. Bu çamurlu posa beton gibi tutar, kendi halinde kurur, çölmek renginde kızılımsı bir çember oluşurdu. "Çemberimde gül oya" misali şireli toprakla sıvanan çemberli tandırımız pek gözel dururdu.
Gelelim yazımızın en gözel kısmına hani derler ya sahneye "Assolistler en son gelir" diye bende yazımın devamına anlı, şanlı bekmezimizi yazmasam olmaz. Ben pekmez diyemezdim; hani bi kere yazmıştımya 4 yaşına kadar konuşamamışım Tavukcu camimizin asma kilidinden su içirilmiş, dilim açılsın diye ağzımda anahtar çevrilmişti, bu tat kızcağız yani bendeniz; artık kilittenmi, anahtardanmı yoksa Takdir ilâhimi birdenbire dilim açılmış, bi çene, bi çene konuşur olmuşum emme yinede arada derede tatlığım devam etmiş, bazı kelimeleri yuvarlamış, pekmez bile bende bekmez diye devam edegelmistir.
Bekmez didim ve bekmezimizi yazmaya devam ediyorum. Kazan'da dinlenen şireler beklerken; halam tandırevimizdeki büyük ekmek tandırını yakardı. Beri yandan bekmez ilaanının dışını eski bi çapıtla bi gözel mintaxlardıki; isi, karası işlemesin, kolay yıkansın diye. "Mintax" mutfaklarımızın vazgeçilmezi, çok gıymatlı, yegane bulaşık deterjanıydı. Reklamı bilem vardı. "Mintaxla canım mintaxla" diye...
Canım halam; senede bi kere lazım olan bekmez ilaanını mintaxladıktan sonra, tandıra oturtur, altına saçkı serper, tandır yanarken kazandaki tülbentten süzülen şireyi ilaane doldururdu.
Halam bide kef'ini getirsin diye bi gıyıda yoğurt çırpar, içine katardı. Süzgeçlede yüzünün kef'ini toplardı. Şire kaynayadursun aklıma gelmişken yazıvireyim; canıım Şefika ablamda pekmez kaynatırken ham karpuzu keser, içine 1-2 yumurta kırar, eliyle karpuz ve yumurtayı karıştırır, kaynayan şire'ye dökerdi. Bu dökülen yoğurda ve yumurtalı karışıma pek aklım ermezdi emme meğersemki dökülen bu karışım kaynayan pekmez şiresinin köpüren kef'ini toplar, uzun saplı süzgeç veya kevgir'le bu kef'ler alınır, bekmezimiz arı, duru ve kıvamlı olurmuşşş.
Tandırımızda bekmezimiz kaynamaya devam ederken; halam içine koca koca elmalar ile kafa gibi ayvalar atardı. Elma ve ayvalar bekmezin içinde bi gözel pişer, lokum gibi olur, halam kepçeyle tek tek alır, tepsiye dizer al sana ayva tatlısı, al sana elma tatlısının alââsı.
Yemeklerin ardındanda bi gözel afiyetle yenirdi.
Beri yandan bekmez kıvama gelmeye başlar, halam kıvamını, kalitesini anlamak içinde tabağa bir kepçe bekmez koyar, bide dirdiki bekmeze bakınca aynaya bakar gibi kendini görücenki bekmez tam kıvamını bulmuş vede okkalı olmuş dirdi. Halam bununlada kalmaz kaynayan bekmezin bir kısmını orta boy ilaana aktarır, orta tandırda kaynarken yeni ve temiz bir çalı süpürgesiyle karıştırırdı. Bunada "SÜPÜRGE PEKMEZİ" dinirdi. Hem rengi açık olur, hemde daha kıvamlı olurdu. Kaynayıp, kıvamlanan bekmezleri küplere koyardı, küpün birinin bekmezinide oklava ile gidip, gelip çırpardı. Çırpılan bekmez'inde rengi açık, organik sarelle gibi olurdu.
Bekmezi kaynattık, küp, küpecik doldurduk gayıdevine dizdik. Gışında kahvaltıda epmeği bana bana yidik. Ayrıca evimizde tahinimiz eksik olmaz anam sık sık bekmezle, tahan karar, sofraya koyardı. Rahmetli babamda her sabah bir tas pekmezi kafasına diker, üstünede iki çiğ yumurta içer öyle evden çıkardı. Eeee nede olsa eski toprak bekmezin verdiği enerji ile zıpkın gibi gezerdi..
Kış olurda karlama olmaz mı; kar yağıp, damda kar birikince Anam temiz yerinden kenarı mavi, kendi beyaz çinko sahanımıza kar doldurur, üstüne bolca bekmez gezdirir, sıcacık odada çalakaşık yirdik. Ne boğazımız şişer, nede hasta olurduk, demekki temelimiz sağlammış...
Nevşeer'imin bağları, büklüm, büklüm yolları;1. Bölüm, 2. Bölüm dirken; Bağ budamadan başladım, bağ bozumu, kuru dökmesi, hevenk dizmesi, şirahnesi, şiresi, şif'i, çötlen, boğlum, hereni, kazan, ilaan derken bekmezi kaynattım, küp küpeciğe kattım, gış için gayıtevine dizdim. Eksiği, fazlası, üç aşağı, beş yukarı kendimce anlattım, yazdım vede yazımında sonuna geldim.
Ben yazdım "Allah" artırsın, unuttuklarımı okurlarım tamamlasın istiyorum.
Nar’da üzüm bağları eskiden çok önemli geçim kaynağı idi. Bugün oldukça azalmasına rağmen hala bağcılık vardır. Bağ bozumu Nar’da hala yaşayan bir adettir. Eskiden Ağyazı (Akyazı) bağlarının üzümleri erken olgunlaştığı için önce orası bozulurdu. Narlılar o sabah erkenden çoluk çocuk herkes ellerinde kovalarla bağ yoluna düşerdi. Her son baharda bağ bozumu yapılırdı. Bu gelenek Narlıların bir arada olmasını sağlardı. Herkes birbirini görürdü. Bağ bozumu aynı zamanda genç kızların ve erkeklerin birbirini görmesine de vesile olurdu.
NARDA BAĞCILIK
Yirminci yüzyılın 3.ncü çeyreğini, 1950-1970 li yılları Kapsayan dönem içerisinde, Kasaba halkının Bağ ve bahçe işleri ilgili faaliyetlerini, yaşadığımız ve gözlemlediğimiz kadarı ile aktarmak istedik. Bu bilgilendirme akademik bir araştırma olmayıp, zamana ait kişisel gözlemden ibarettir.
Halkın geçimi kaynağı Tarım olup, sulu tarım ile Bağ ve Tarla faaliyetlerini içerisine almaktadır. Bu yazımızda Nar da Bağcılık hakkındaki yaşanmışlıklar ve izlenimlerimizi anekdot olarak sunacağız. Bu gün çok büyük bir bölümü elden çıkarılıp civar köylülere satılmış olan bağlarımızın hududu güney- doğuda, Nevşehirin hemen altında, kadirak mihverinden başlayıp, kepez, senirin, çat köyü üzerinden Ağyazı, Açık saray ile Gülşehir sınırına, Çayır özü ve Bulkaz başı ile sulusaray köyü üzerine, Doğuda; Büyük çayı kesen kara yolu altından uzanarak, karaağaç, Karayazıya (Üniversite arazisi) kadar uzanan bir yelpazede yer almaktaydı. Kasaba halkının en önemli geçim kaynağı olduğundan bağların bakımına özen gösterilir, yüksek ve kaliteli verim alabilmek için yoğun emek sarf edilir, kasaba halkı gece gündüz arı gibi çalışırdı. Gidip- gelme ve mahsulü taşıma; at, eşek,ile olur; varlıklı kimselerde at arabası ile bulunurdu. Bağların bulunduğu mevkiye göre bağların mesafeleri de değişik olup, en uzaktaki takriben 10 km kadar olduğu için insanların gidip gelmesi eziyetli ve yorucuydu. Şimdilerde At-Eşek ve at arabaların tarih olduğuna ve her evin önünde bir araba olduğu, dikkate alındığında, o zaman insanların nasıl zor şartlarda çalıştıklarını tahmin etmek mümkündür. Bağcılıkta emek ile hasıla (mahsül alma) doğru orantılı olduğundan, bakım konusunda ne kadar bilinçli olunur ve emek verilirse, hava şartlarına göre mahsul de çok ve kaliteli olurdu. Toprağın büyük bölümü tüf denilen yanarda atıkları olduğundan ne kadar emek sarf edilirse edilsin zaten alınabilecek ürün düşük seviyede olurdu. Yoğun emek ve bakım artı gübreleme ile verimin artırılması için büyük çaba gösterilirdi. Bağcılıkla ilgili faaliyetler yıl boyunca belli bir sıra ile devam ederdi.
BAĞ BUDAMA : Budama, alınacak ürünün verimli olmasında önemli bir faktördü. Bu konuda zamanla beceri kazanmış ehil kimseler tarafından yapılır, ehil olmayan kimselerde kesilmiş çubukları toplayıp deste yapar ve birikme noktasına taşırdı. Budama da eğri bağ bıçağı ile testere kullanılırdı. Çubukları keserken ve bırakılacak göz miktarı bağın bakımlı olmasına göre değişir, genellikle iki göz bırakılırdı. Toprağa bakan ve dirsekten çıkanlar öncelikle kesilir, Kuruyan kütüklerin ve kütüklerdeki gereksiz çıkıntıların(omca) temizlenmesinde özen gösterilirdi. Bağ budama işleri, şubat ayı sonunda ve genellikle üçüncü cemrenin düştüğü beş- altı mart tarihleri sırasında, kahverengileşen çubuklar yeşermeden 15 gün önce başlardı. O zamanlarda Kışlar fazla olduğundan, erken budandığında donmalara maruz kalır, geç kalınır çubuklarda gözler çıkmaya başlarsa, budama esnasında kabaran gözler atardı. Şimdilerde kışlar ılıman geçtiğinden son baharda, kışa girmeden de budama yapılabilmektedir.
GÖZ AÇMA- GÖZ KAPAMA(gömme) : Göz kapama, bağ çubuğunun kök ve kütük kısımlarının tamamen torakla kapatılıp, kış şartlarında donmayı önlemek için sonbahadrda yapılır; İlk baharda budama sonrası havaların uygun ısıya ulaştığı zaman Bağ çubuğu köklerinin havalanması ve ısıyı daha fazla alabilmesi için, çubuk kökleri etrafındaki topaklar tamamen açılırdı (göz açma). Bağcılığın yok olmaya başladığı şimdilerde, kış ayları olası bir donma olmadığından, göz açma ve kapama işlemi yapılmamaktadır.
Gübrelenme(ters verme) : gübreleme faaliyetine o dönemlerde çok önem verilirdi. Bağ çubuklarının güçlenmesi dolayısı ile fazla mahsul alınması amaçlanırdı. Gübre temini masraflı olduğundan, hiç gübre veremeyenler olduğu gibi, belli periyotlarla devamlı gübreleyenlerde vardı. Şimdilerde, öksüz ve bakımsız kalan bağlarımızın gübreleme konusunda şansı ne kadardır bilemiyoruz. Bağlarda gübre olarak İnsan ve hayvan dışkıları, güvercin gübresi ve kimyasal gübreler kullanılırdı. Bunlar içerisinde en tercih edileni ise güvercin gübresiydi. O zamanda tuvaletlerin kanalizasyona verilmesi söz konu olmadığından, her evde tuvaletin sokağa açılan kapısından, dışkı münasip alanlara çıkarılır iyice kuruduktan sonra toplanıp kullanılırdı, Ahırlarda hayvan dışkıları ince saman(Kesmik) atılıp, ilk bahara dışarıya uygun bir mekana (Ev aralarına,Yollara) çıkarılarak kurutulur ve kullanılırdı. Bu işlemler aynı zamana denk gelip herkesin dış ortama gübre sermiş olduğu düşünülürse, sağlık açısından insanların nelere maruz kaldığını bu gün anlamak ve kabul edebilmek çok zordur. O zamanlarda, ölümlerin büyük oranda Hepatit-C den olduğunu şimdi anlayabiliyoruz. Güvercin güresi azotu fazla olan, çok etkili olan bir güre olup tercih edilirdi, kasabanın kuzey-doğusunda Nar vadisine bakan yamaçlarda bulunan, Halendere dediğimiz yerde, çoğunluğu aşağı mahalleden insanlar kayaları oyarak, küçük pencereleri olan güvercin evleri haline getirmişlerdi. Yüzlerce olan bu güvercinliklerde mahşeri kalabalıkta güvercin yaşardı insanlar muntazam olarak gidip güvercinlerine yem atar, gah gah diye bağırarak komşu güvercinlerini de çalmaya çalışırlardı. Karlı kış günlerinde, özellikle güvercinlerin tüneme zamanı olan akşam ezanına yakın zamanda, yem atanların sesi biri birine karışır, yankılanan sesler adeta bir koro oluştururdu. İlk baharda herkes güvercinliğini açar, yıl içerisinde biriken gübreyi alırdı. Şimdilerde, insanların ve kuşların terk etmesi ile bir anlamı kalmayan ve tarih olan bu yerler geçmişte çok önemsenen yerlerdi. Tabidir ki buralardan çıkan gübre miktarı ihtiyacı karşılamaz, o zaman civar yörelerden temin edilirdi . Amonyum nitrat ve amonyum fosfat içeren bu gübreler, çok kullanılmakla beraber, biraz pahalı olduğu için ancak varlıklıların tercihi olurdu.
Bağlara güre verme(gübreleme) genellikle son baharda olur; yağacak Karın ve yağmurun etkisi ile gübrenin bağ köklerine kısa sürede inerek fayda sağlaması amaçlanırdı. Gübre, bağ çubuk köklerine takriben 40-50 cm uzaklıkta toprağa açılan çukurlara gübrenin atılıp üzerinin toprakla kapatılması şeklinde yapılırdı.
FİLİZ ALMA : Filiz alma¸ çubuklar üzerinde bırakılan gözlerin haricinde, istenmeyen sürgünlerin temizlenmesi olup, bırakılan gözleri daha iyi gelişmesi içindi. Öncelikle kökler üzerindeki ler alınır, Salkımlar belirince ikinci kez filizler alınırdı.
Bağlardan istenilen verimin alınabilmesi için torağı havalandırılması ve istenmeyen otların temizlenmesi için gerekliydi, o dönemlerde mutlaka önce belleme sonrada bir veya iki kez çapalama yapılırdı. Bellemede toprak daha derinden havalandırıldığı için tercih edilir, Gücü yetebilenler iki defa bu işlemi yapardı. Bağ belleme genellikle keşik dediğimiz, karşılıklı dayanışma ile birden çok insanla yapıldığından, toplu çalışma konuşma, şakalaş ma, türkülü ve şarkılı şekilde pek keyifli geçerdi. Keza çapalamada ailece veya keşikli olarak topluca yapılırdı. O zamanlarda çapalama elle çapalama ve atla çapalama şeklindeydi. Günümüzde belleme yapılmayıp Atla veya çoğunlukla küçük traktörlerle yapılmaktadır. Geçen uzun zaman içerisinde yaşlanan bağlar sökülüp yenilenirdi. Bu yenileme yapılmadan önce, toprağı havalandırmak için takriben bir metre civarında toprak alt üst edilirdi Kirizma denilen bu işlemden sonra tekrar çubuklar dikilirdi. Yeni dikilen bir çubuk dört beş yılda mahsul vermeye başlar dı .Her iki dönemi yaşayan insanlar için, değerlendirme ve uygulama farklılıkları ile zaman içerisinde insanların bakış açısındaki değişim ve teknolojinin neler getirip neleri de aldığı hususlarını anlayabilmekte zorlanılmaktadır.
Bağlardan istenilen verimin alınabilmesi için, bağlara musallat olan hastalıkları bilmek ve onlarla mücadele etmek esastır. Ne var ki bu gün bilinen hastalıklar pek bilinmez, bilinse de mücadele için gerekli ilaçları bulma olanağı imkana bağlıydı. Bizim hatırladığımız kadarı ile birisi salkımlar çiçekte iken diğeri de alacalar düştüğünde, külleme denilen hastalıkla mücadele için bağlara kükürt atılırdı.
Bölgenin en önemli geçim kaynağı olan bağcılığın da diğer tarım faaliyetleri gibi atalardan gelme usullerle yıllar boyu kasabamızda da devam ettirilmiştir. O zamanlar Bölgede bağcılığın geliştirilmesi için devlet tarafından karayazı mevkiin de kurulmuş olan Bağcılık istasyonu da halkın bilinçlenmesi ve gelişim adına pek bir şey verememiştir.
Kasabamızda yapılan bağcılıkta, benim bildiğim, yöresel ismi ile siyah ve beyaz İmir (emir) Çavuş, parmak, kızıl, buludu, keten gömlek ismi verilen üzümler yetiştirilirdi.
BAĞ BOZUMU :Bu günkü anlamda Bağ bozumu faaliyeti, kuru kesme olarak tabir edilirdi. Siyah üzümlerin bir kısmı toprak sergilerde kurutulur, yenilir veya satışı yapılırdı. Beyaz üzümlerin bir kısmı, yemelik olarak ayrılır, özellikle parmak üzümleri kışın yemek için çalılara takılarak havadar ve serin yerlerde muhafaza edilir, çoğuda kesilip pekmez kaynatılır; siyah üzümün kalanlar yaş olarak satılır veya şaraphaneye verilirdi. Kurutmak için kesme (kuru kesme) ve yaş olarak ürün hasadını anlatmadan önce Nar hudutları içerisinde, Nar- Nevşehir arası eski yol üzerinde kurulmuş olan şarap fabrikası hakkındaki bilgi görgü ve duyumlardan da bahsetmemiz gerekir. Değerli ağabeyim ve meslektaşım, Gülşehir in yetiştirdiği Av. Ali İhsan Açıkgöz ün bu konuda yapmış olduğu yazılı medyada da yer alan Araştırma ve incelemeden aklımda kaldığı kadarı ile, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk; Kayseri, Niğde, Nevşehir, ve Kırşehir i kapsayan yurt gezisi sırasında bölge halkı çiftçinin ürettiği malların değerlendirilemediği yakınması karşısında, İlgilenmiş, Yanındaki görevlilere, AOÇ bünyesinde bir Tarım Satış Kooperatifinin kurulması talimatı vermiş, 1935 Tarih ve 2834 sayılı kanun ile bölgede tarım satış kooperatifi açılmıştır. 1942 yılında bölgeyi ziyaret eden İsmet İnönü Nevşehir e geldiğinde, Belediye Başkanı, çiftçinin taleplerini ileterek bir şarap faabrikası kurulması talebinde bulunmuştur. Sayın İnönü Yanındaki Tarım Bakanına, Nevşehir de AOÇ ne bağlı bir şarap fabrikası kurulması talimatını vermiş ve hemen çalışmalar başlamıştır. 1950 li yıllara gelirken fabrikanın büyük bir bölümü açılmıştı, Bizler Nevşehir’e Orta okula gidip gelirken çalışmaları izlerdik. Bölge çiftçisine uzun yıllar hizmet eden ve yüzlerce işçinin ekmek yiyip emekli olduğu bu güzelim fabrika siyasilerin elinde yok olup gitmiştir.
Üzüm salkımlarının iyice olgunlaşması ile 25 Ağustostan itibaren Kuru kesme(Kuruya Kesme) faaliyeti başlardı. Küçük bağlar yalnız aile fertleri ile, Büyük bağlarda imece usulü ya da Irgat(İşçi) tutularak kesilirdi. Kesim sıra ile en önce olgunlaşan yerlerden başlayıp, bağı çok olanların kesme işi 15-20 günü bulurdu. Gerek Bağ ve gerekse Bahçelerde hasat ın başlaması ile insanlarda tatlı bir telaş başlar, zamanı hiçe sayarak gece gündüz yorulmadan çalışırlardı. Sabahın erken saatinde insanların konuşma sesleri, at, eşek naraları ve araba sesleri ve köyün içini kaplar, Bağ yolları insanla dolardı. Uzun mesafeli bağlara giderken bazen bir pınar kenarında 5-10 dakika mola verilir( Gavur pınarı, kepez) insanlar oradaki pınarlardan sıra ile testilerini doldururdu. Gidiş yolunda pınar yoksa gereken su evlerden götürülürdü. Bağlara yaklaşırken biz çocuklar önden koşarak gider, en büyüklerinden bir salkım üzüm keserek bağın girişinde bekler, Ailenin yaşlısın yada aile reisine, hasadımız bol olsun diyerek sunar ve bahşiş alırdık. Bağa varıldığında, çalışma başlamadan önce Aile reisi bir iş bölümü yapardı. Ailenin yaşlı fakat çalışabilen bir erkeği Genellikle sergileri yapmaya ve kesilip taşınan üzümleri sermeye, Yaşlı büyük anneler Yemek ve bulaşık işlerine, kadın- erkek ehil kişiler kesime, Genç ve güçlü olan erkek ve bayanlar, genellikle çocuklara kesilen üzümlerin taşıma işleri verilirdi. Çalışma esnasında konuşmalar şakalaşmalar gırıla giderdi. Çalışmanın en tatlı bölümü yorgunluk sonrası öğle yemekleri idi. Genellikle Bol ve taze etle pişirilen patlıcan veya patates yemekleri, Tüm ailenin bir çember şeklinde ve yan oturarak(Kalabalık ise) oluşturduğu sofraya, büyük bir lenger(sahan) ile sunulan yemeği yerlerdi. Yemeğin yanında genellikle üzüm ( Misket üzümü) salkımları eşlik ederdi. Kesilen üzümle Güneşe bakan belli eğimde toprak yığını uzun sergilere serilirdi. Önceleri direk torağa serme yapılırken, maddi imkanlar ve gelişim sonucu önce altlarına gazete sermeye daha sonraları da sofra bezine benzer malzemelere serilmeye başlanmıştı. Serilen üzümlerin kuruması aşağı yukarı 15-20 günü bulur, bir hafta sonra üzümlerin altı üstüne çevrilirdi. Üzümlerin kesimi ve özellikle kurutulma sırasında beklenmeyen yağışlarda olur, bu yağış olduğunda gündüz gece insanlar bağa koşar ya üzerine bir şeyler örtülür, Kurumuş gibi ise toplanıp getirilir bir müddet de evde kalınca serilip kurutulurdu. Çok yaş olarak kalmış olanlara” gebeş “ denilir uzun süre evin damlarda kurumaya bırakılırdı.
Kuru üzün hasadının hemen ardında beyaz üzümlerin kesilmesini başlardı, genelde bağları olan her evde, bir şirehane (şirahna) bulunurdu. Kesilip küfeler içerisinde taşınan üzümle buraya dökülürdü. Bağ bozumu nun bir kısmı olan bu faaliyet daha bir zahmetliydi. Kesilip küfelere doldurulan üzümler günlerce eşekler ve at arabaları ile taşınır, akşama kadar bazen defalarca yapılan bu iş gençlere düşerdi. Şire haneler dolduğu zaman hemen hemen çiğnemeye geçilir, bağlarda kesimi devam eden üzümlere yer açılırdı. Çiğneme işini, ayaklarında lastik çizme, genç ve güçlü erkek veya kadınla yapardı. Çiğneme ile akan şire hemen alttaki “Bolum” denilen çukurda toplanır, oradan büyük kaplara dinlendirmeye alınır dı. Dinlendirme ile tortuları dibe çöken ve durulaşan şire geniş kaynatma leğenlerine alınıp, üzerine (100 kg şireye 1-1.5 kg ) Pekmez toprağı atılırdı. Pekmezlerin kaynatma zamanı gelince eşeklere yüklü toprak satanlar çoğalırdı. Pekmez toprağı %50-90 oranında kireç içeren, beyaz renkli bir toprak olup, Şire içerisinde bulunan istenmeyen maddelerin dibe çökmesini aynı zamanda şire nin PH (6-6.5) seviyesini ayarlardı. Leğenlere konulan şire takriben 10 dakika kadar( yöresel tabirle bir taşım) kaynatılır ve dinlenme kabına alınır bekletilirdi. Pekmez kaynatma tabir edilen iş karışık bir işlem olup. Bilgi, göğü ve becerisi olan hanımların talimatına göre faaliyet yürütülürdü. Yapılması planlanan pekmez çeşidine veya Pekmez ile yapılacak ürünlere göre işlem sırası farklı olurdu. Yöremiz de genellikle; dur pekmez, Bal pekmezi, pelverde, Köftür, tarhana, cevizli sucuk yapılırdı.
DURU PEKMEZ : Dinlenmiş şire leğene alınır, Kıvama gelene kadar kaynatmaya devam edilir, Taşmaması için 2 saat kadar köpükleri kepçe ile alınır, renginin ve tadının güzel olması sağlanırdı. Pekmezin kıvama gelip gelmediğine alınan numune ile sık sık bakılarak, renk-tat- yapışkanlı gibi kontroller yapılır, numune üzerine su döküldüğünde, su ile karışmıyor ve suya rengini vermiyorsa ve ağıza alınca boğazı yakıyorsa pekmez olmuş demekti.
BAL PEKMEZİ : İhtiyaç ve leğenin büyüklüğü dikkate alınmak kaydı ile, Mesela leğen küçükse 6 büyük tas( 10-15 litre) şire dökülür, kaynatılmaya başlanır. Şire az olduğu için alt kısmının yanmaması için devamlı olarak uzun saplı çalı süpürge ile devamlı karıştırılır. Kıvama gelip koyulaşınca küçük bir leğene alınıp, beyazlaşana kadar kepçe ile bir iki saat çarpma yapılır. Büyük bir çömleğe alınıp içine bir oklava sokulur, 0nunla bir müddet alt üst edilir.
PELVERDE ( prkmezle yapılan reçel) : Leğenlere dökülen şire kaynamaya alınır, Rengini değiştirmeye başlayıp tatlanınca, ne reçeli yapılacaksa, ayva, yanmamış kirece yatırılmış su kabağı, kayısı, erik gibi malzemeler içerisine atılıp kaynatmaya devam edilir, koyulaşıp reçel kıvamına gelince çömleklere alınır.
KÖFTER (köftür) : Leğene konulan şire ye 1/10 oranında Un ve nişasta karışımı konulup kaynatılır. İyice pelteleşip balon balon olunca işlem tamamdır. Leğen yere alındıktan sonra ceviz sucu yapılacaksa ipe dizilen ceviz demeti birkaç kez aralıklı olarak batırılıp kurumaya alınır. Leğendeki köftür bulamacı, altı pekmezle yağlanmış kenarlı tepsilere dökülür. (bir nostalji; leğenin dibinde kalan artıklar için mahalle çocukları çağrılır karpuz kabuğu ile yalayıp temizlenmesi sağlanırdı) ertesi gün katılaşan köftür yamuk şeklinde dilimlenir hasırlar üzerinde 3 gün altı 3 günde üstü kurutulduktan sonra bir örtü içine alınır, terletildikten sonra küplere konulurdu.
TARHANA : Şire üzerine 1/8 oranında yarma konulup kaynatılır. Göz göz kaynamaya başlayıp pişme kıvamına deldiğinde indirilir. Bu şekli ile kurutmadan yemek isteyenle doğrudan çömleklere basarlar. Kurutmak isteyenler de ertesi günü ellerine pekmez sürerek ceviz haline getirilen topların üzerine basıp hasırlar üzerinde kurumaya bırakılır. Köfter ve tarhana o zamanlarda kış günlerin vaz geçilmezleriydi. Afiyetler olsun. 25 Eylül 2024
HAZIRLAYAN
FİRDES—FAİK SARIHAN
Mustafa VERİMLİ - NEV-NAR
İsmail SOLMAZ - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
PEKMEZİ DÖVDÜK
Hasan ÖZDEMİR - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
İsmail BOZKAN - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
İbrahim SARIHAN
İsmail SOLMAZ - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
Rabia ŞEREF - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
Kasap Ali UÇAR - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
Mehmet TÜRKER - NAR KASABASI FOTOĞRAFLARI
Kaynaklar :
Halim Sabri Güner “Nar’ın Tarihçesi” 15 Ekim 1959 (Daktilo yazması)
Haydar Cengiz : “Nar Köyüne Ait Bir Araştırma” Türk Folklor Araştırma Dergisi Ocak 1965 No 136 ss-3694-3697
(Not : Haydar Cengiz makalesindeki bilgileri Halim Sabri Güner’in çalışmasından aynen kaynak belirtmeden kullanmıştır.)
http://www.nar.bel.tr/viewpage.php?page_id=17
Nar’da üzüm bağları eskiden çok önemli geçim kaynağı idi. Bugün oldukça azalmasına rağmen hala bağcılık vardır. Bağ bozumu Nar’da hala yaşayan bir adettir. Eskiden Ağyazı (Akyazı) bağlarının üzümleri erken olgunlaştığı için önce orası bozulurdu. Narlılar o sabah erkenden çoluk çocuk herkes ellerinde kovalarla bağ yoluna düşerdi. Her son baharda bağ bozumu yapılırdı. Bu gelenek Narlıların bir arada olmasını sağlardı. Herkes birbirini görürdü. Bağ bozumu aynı zamanda genç kızların ve erkeklerin birbirini görmesine de vesile olurdu.