Selâm, Sizleri yine geçmişe götürmek istiyorum. Sözlerime bu "Nevşehir Türküsü" ile başladım. Çünkü; Bulgur sokusu bizim mahlemize ismini verecek kadar çok önemliydi..
"KARASOKU" mahallesi ismini bu taştan almıştır. Meterise giderkene, Keklik'lerin evin altındaki çıkmaz sokağı geçince sağda bir daracık vardı. O daracık Karasoku Camisine çıkardı. Camii deyince içimde 'UKDE' kaldı, yazmadan geçemiyeceğim. O camiide bir CEMAL hoca vardı, bir kaçta kötü anım...
Ne diyeyim bilmemki; O Cemal hocanın bir kaç şamarınıda ben yemiştim. Sinirli, asabi bir adamdı. Bir yaz sûre öğrenmeye anam tarafından zoraki gönderildim.
O neydi o; içeriye giren çocuklar kıpkırmızı bir surat, alı al, moru mor yanaklarla çıkardı. Çocukların yanaklarında gülller açardı. Bir sureyi bir kerede ezberledin ezberledin, ezberliyemedin veya şaşırdın, fırıncı küreği gibi eliyle iki şamar çocukların kafaları önce sağa sonra sola dönerdi...
Ne hikmetse o iyi öğretiyor diyede anam illaki ona gönderirdi...
Anammı 1.55 boyunda ama bir o kadarıda yerin altında ufacık tefecik emme otoritermi otoriter bir hatuncukdu.
Camiye sıkıysa gitme, camiden "AL AL" eve gelincede, sokaklarda goşturacağına oturup ezberleseydinya, hocanın vurduğu yerde "GÜL" biter dirdi de.Banane, banane ben o gülü istemiyordum. Ben gücücüktüm, benim canım çok yanıyordu. Haceli hocama gurban olim bir kerem bile vurmadı.
O daracığı geçince yapısı siyah taştan 3 katlı bir ev vardı. Karşısında Kekliğin Mediha yenge otururdu. (Allah gani gani rahmet eylesin.) Benim iki halamında "Görümcesi" idi.
Onların evin karşısında, sokağın içinde tam karşıda pembe duvarlı bir ev vardı. Duvarında Çok güzel bi çeşme vardı. İsmini ve detayını "Nevzat Öndegelen" abimden sordum, öörendim.
O çeşmenin ismi "ÇEKİÇ ÇEŞME" imiş. Onun yanından devam edince Meteris'in Meydan fırınına giden yoluna çıkılırdı. Meteris ortadan iki yola ayrılırdı, alt yol "Karadeniz pastanesi ve eski Devlet hastanesine giderdi. Üst yolda Köşker Necip emmiyle, Leblebici Ali emminin dükkanı ile Meydan fırınına giderdi. Karşı çaprazında kuru baarsak (bağırsak) satan kemikkıranlar vardı. Neyse şincilik bu kadar yol tarifide yeter..
"Çekiç Çeşmenin" önünde garataş'tan böyük mü böyük bir "Soku" vardı. Büyüklerimiz, Karasokuya gittih, Bulgur döödük, geldih dirlerdi. Gururla yineliyeyim; Bizim mahallemizde ismini bu taştan almıştır.
Anlı Şanlı "KARASOKU MAHALLESI"...
Hatırladığım 2.Soku'da bizim evin yukarısında "Fişekçi" Camisine giderken, garaadirin iminaa dirlerdi, onun evinin önünde çok geniş bir boşluk vardı. İminaanın kendi kapısının önündede külüstürmü külüstür, gocaman bir gamyonu vardı. "İminaaanın Takası" dirlerdi, Peh Peh bütün haşmetiyle gapının önünde arzı endam eylerdi...
Gelelim "SOKU" taşına Siyah Cingi taştan tam daire şeklinde tahmini 70 cm yüksekliğinde, aşağısı külah misali yuvarlak toprağa gömülü olurdu. Bu şekilde oluşu; çalışan kadınlarada golaylıh sağlar, ayaklarını çarpmazlardı.
Bizim "Soku' da galiba 70cm idiki; ben önünde durunca kafam yuharda kalırdı içini görebilirdim.
İçi oyuk olduğu için o mahallenin çocuklarıyla oynarken; bazen hırkamızı, bebeğimizi, ipimizi içine saklardık. Oyunumuz bitince herkes eşyalarını alır giderdi. Yani bizim Yeddi eminimizdi, eşyalarımızı gorurdu bizim Soku taşımız. Biraz büyük çocuklar hoplar kenarına otururdu, ben güccük olduğum için ne kadar çıkmaya çalışsamda bir türlü çıkamazdım.
Yazın başlarında oyun alanımızdı emme harman sonu sıkıysa yaklaşş zopa ile kovalanırdık..
Çocuk aklı işte o zaman anlayamazdım emme büyüklerimiz haklıymış, bulgura taş toprak sıçrar veya tokmak kafamıza gelir diye bizi uzaklaştırırlarmış.
Sabahları fırına giderken orda bir telaş görürsem bilki bulgur dööülecek bende gider, karşı evin işşiğinde oturur beklerdim..
Önce hortumla "Soku taşımız" gözelce yıhanır, gurulanırdı. Islanan toprak çamur olmasın diyede biraz toprak döker çiğnerlerdi.
Beri yanda kaynamış buğday "Soku taşına" dökülür. Ha babam, De babam seri ve hızlı bir şekilde tokmakla dövülürdü. (Üst resimdeki gibi)
Bulguru tokmakladıkça, bulgur mest olur, sarardıkça sararır, mis gibi buğday kohardı. Aradada "Lenger" ile garıştırılır, altı üstüne getirilirdi.
Kadınlarımızın ağzı boş dururmu;
"Bulguru kaynatırlar,"
"Sohu'da yaylatırlar" diye bi başlarlar,
"Evlerinin önü bulgur sokusu,
"Yel estikçe gelir yarin kokusu" diye devam iderlerdi. Türküler, maniler gırla giderdi...
Dövülen buğday, bulgura dönünce "İtaa" dirdik, yaygılar serilir, üstüne bulgur yayılır. İtaanın köşeleride gıvrılmasın diye 4 taş ile behlenir, (sabitlenir) kuruması beklenirdi.
Akşam toplanır, sabah başka temiz ve kuru itaa'ya tekrar serilir. 3...5 günde kurutulur.
Kile'de dirler biz Urup derdik, "URUP" (ortasında tahta tutak yeri olan, düz silindir kova) Urup ile Çuval veya küçük Haşa'lara hem doldurulur, hemde urup hesabıyla hesaplanırdı, sonaada evlere taşınırdı.
Büyüklerimiz bu yılda Unumuzu çektirdik, Bulgurumuzu, Yarma'mızı dövdük, Kayıdodası'na guyduk dir, şükrederlerdi..
Onlar Şükretmiş, Bende Akıl Defterime kaydetmişim...
"EVLERİNİN ÖNÜ BULGUR SOKUSU," "YEL ESTİKÇE GELİR YARİN KOKUSU."
Selâm, Sizleri yine geçmişe götürmek istiyorum. Sözlerime bu "Nevşehir Türküsü" ile başladım. Çünkü; Bulgur sokusu bizim mahlemize ismini verecek kadar çok önemliydi..
"KARASOKU" mahallesi ismini bu taştan almıştır. Meterise giderkene, Keklik'lerin evin altındaki çıkmaz sokağı geçince sağda bir daracık vardı. O daracık Karasoku Camisine çıkardı. Camii deyince içimde 'UKDE' kaldı, yazmadan geçemiyeceğim. O camiide bir CEMAL hoca vardı, bir kaçta kötü anım...
Ne diyeyim bilmemki; O Cemal hocanın bir kaç şamarınıda ben yemiştim. Sinirli, asabi bir adamdı. Bir yaz sûre öğrenmeye anam tarafından zoraki gönderildim.
O neydi o; içeriye giren çocuklar kıpkırmızı bir surat, alı al, moru mor yanaklarla çıkardı. Çocukların yanaklarında gülller açardı. Bir sureyi bir kerede ezberledin ezberledin, ezberliyemedin veya şaşırdın, fırıncı küreği gibi eliyle iki şamar çocukların kafaları önce sağa sonra sola dönerdi...
Ne hikmetse o iyi öğretiyor diyede anam illaki ona gönderirdi...
Anammı 1.55 boyunda ama bir o kadarıda yerin altında ufacık tefecik emme otoritermi otoriter bir hatuncukdu.
Camiye sıkıysa gitme, camiden "AL AL" eve gelincede, sokaklarda goşturacağına oturup ezberleseydinya, hocanın vurduğu yerde "GÜL" biter dirdi de.Banane, banane ben o gülü istemiyordum. Ben gücücüktüm, benim canım çok yanıyordu. Haceli hocama gurban olim bir kerem bile vurmadı.
O daracığı geçince yapısı siyah taştan 3 katlı bir ev vardı. Karşısında Kekliğin Mediha yenge otururdu. (Allah gani gani rahmet eylesin.) Benim iki halamında "Görümcesi" idi.
Onların evin karşısında, sokağın içinde tam karşıda pembe duvarlı bir ev vardı. Duvarında Çok güzel bi çeşme vardı. İsmini ve detayını "Nevzat Öndegelen" abimden sordum, öörendim.
O çeşmenin ismi "ÇEKİÇ ÇEŞME" imiş. Onun yanından devam edince Meteris'in Meydan fırınına giden yoluna çıkılırdı. Meteris ortadan iki yola ayrılırdı, alt yol "Karadeniz pastanesi ve eski Devlet hastanesine giderdi. Üst yolda Köşker Necip emmiyle, Leblebici Ali emminin dükkanı ile Meydan fırınına giderdi. Karşı çaprazında kuru baarsak (bağırsak) satan kemikkıranlar vardı. Neyse şincilik bu kadar yol tarifide yeter..
"Çekiç Çeşmenin" önünde garataş'tan böyük mü böyük bir "Soku" vardı. Büyüklerimiz, Karasokuya gittih, Bulgur döödük, geldih dirlerdi. Gururla yineliyeyim; Bizim mahallemizde ismini bu taştan almıştır.
Anlı Şanlı "KARASOKU MAHALLESI"...
Hatırladığım 2.Soku'da bizim evin yukarısında "Fişekçi" Camisine giderken, garaadirin iminaa dirlerdi, onun evinin önünde çok geniş bir boşluk vardı. İminaanın kendi kapısının önündede külüstürmü külüstür, gocaman bir gamyonu vardı. "İminaaanın Takası" dirlerdi, Peh Peh bütün haşmetiyle gapının önünde arzı endam eylerdi...
Gelelim "SOKU" taşına Siyah Cingi taştan tam daire şeklinde tahmini 70 cm yüksekliğinde, aşağısı külah misali yuvarlak toprağa gömülü olurdu. Bu şekilde oluşu; çalışan kadınlarada golaylıh sağlar, ayaklarını çarpmazlardı.
Bizim "Soku' da galiba 70cm idiki; ben önünde durunca kafam yuharda kalırdı içini görebilirdim.
İçi oyuk olduğu için o mahallenin çocuklarıyla oynarken; bazen hırkamızı, bebeğimizi, ipimizi içine saklardık. Oyunumuz bitince herkes eşyalarını alır giderdi. Yani bizim Yeddi eminimizdi, eşyalarımızı gorurdu bizim Soku taşımız. Biraz büyük çocuklar hoplar kenarına otururdu, ben güccük olduğum için ne kadar çıkmaya çalışsamda bir türlü çıkamazdım.
Yazın başlarında oyun alanımızdı emme harman sonu sıkıysa yaklaşş zopa ile kovalanırdık..
Çocuk aklı işte o zaman anlayamazdım emme büyüklerimiz haklıymış, bulgura taş toprak sıçrar veya tokmak kafamıza gelir diye bizi uzaklaştırırlarmış.
Sabahları fırına giderken orda bir telaş görürsem bilki bulgur dööülecek bende gider, karşı evin işşiğinde oturur beklerdim..
Önce hortumla "Soku taşımız" gözelce yıhanır, gurulanırdı. Islanan toprak çamur olmasın diyede biraz toprak döker çiğnerlerdi.
Beri yanda kaynamış buğday "Soku taşına" dökülür. Ha babam, De babam seri ve hızlı bir şekilde tokmakla dövülürdü. (Üst resimdeki gibi)
Bulguru tokmakladıkça, bulgur mest olur, sarardıkça sararır, mis gibi buğday kohardı. Aradada "Lenger" ile garıştırılır, altı üstüne getirilirdi.
Kadınlarımızın ağzı boş dururmu;
"Bulguru kaynatırlar,"
"Sohu'da yaylatırlar" diye bi başlarlar,
"Evlerinin önü bulgur sokusu,
"Yel estikçe gelir yarin kokusu" diye devam iderlerdi. Türküler, maniler gırla giderdi...
Dövülen buğday, bulgura dönünce "İtaa" dirdik, yaygılar serilir, üstüne bulgur yayılır. İtaanın köşeleride gıvrılmasın diye 4 taş ile behlenir, (sabitlenir) kuruması beklenirdi.
Akşam toplanır, sabah başka temiz ve kuru itaa'ya tekrar serilir. 3...5 günde kurutulur.
Kile'de dirler biz Urup derdik, "URUP" (ortasında tahta tutak yeri olan, düz silindir kova) Urup ile Çuval veya küçük Haşa'lara hem doldurulur, hemde urup hesabıyla hesaplanırdı, sonaada evlere taşınırdı.
Büyüklerimiz bu yılda Unumuzu çektirdik, Bulgurumuzu, Yarma'mızı dövdük, Kayıdodası'na guyduk dir, şükrederlerdi..
Onlar Şükretmiş, Bende Akıl Defterime kaydetmişim...
Gün oldu, Beri geldi...
Söz oldu, Dile geldi...
Yazı oldu, Sizlere geldi...
Sağlıklı, Sıhhatli Günler dileklerimle...
Yasemin Tutuş
19.12.2021 - NEV-NAR