Roma ve Bizans Dönemleri
Sürekli iktidar değişikliklerinin yanı sıra, bölgeyi istila edenlerin her seferinde, ürünleri yağmalamaları ve baskı yapmaları ile bunalan Kapadokya halkı, Roma imparatorluk merkezinde Cumhuriyet yönetiminin devrilmesinden sonra, giderek Roma'nın ağır baskısı altına girmiş, bölgedeki krallar Roma yönetiminin birer uydusu haline gelmişlerdir. Kapadokya, M.S. 17'de Roma Kralı Tiberius tarafından Roma'ya bağlanmış, bir yıl sonra da vilayet ilan edilerek bir vali (legat) atanmıştır. Kapadokya Eyaletinin sınırları kuzeyde Samsun'a, güneyde Kilikya'ya, batıda Tuz Gölü'ne, doğuda Fırat kıyılarına kadar uzanmıştır.
Tiberius Rodos’ta iken kendisine saygı göstermediği gerekçesi ile I. Arkhelaos’a karşı tavır almaya başlamış, onu Roma’ya çağırarak Senatus’un önüne çıkarmıştır. Augustus’un MS 14 yılında ölmesi üzerine yönetimi eline alan Tiberius döneminde (MS 14-37) imparator ve Senatus’un kararı ile Kapadokya Roma eyaleti olmuştur (MS 17). Roma’nın elinde olan Kapadokya’da yeni bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu uygulamalardan biri Roma tarafından bölgeden alınan vergilerin azaltılmasıdır. Tacitus, Tiberius’un Roma imparatoru olduğu dönemde Kapadokya’nın vergilerini %1 oranından % 0,5 oranına indirdiğini yazmaktadır. MS 17 yılında Kapadokya kralı Arkhelaos’un ölmesi ve Kommagene kralı III. Antiokhos’un da ölümü üzerine iki krallık birleştirilmiştir. Eyalet olan Kapadokya’ya idareci olarak atlı sınıfından olan Quintus Veranius tayin edilmiştir. Arkhelaos’tan sonra gelen krallar da bu bölgedeki valilikleri aynı şekilde devam ettirmişlerdir. Valiliklerin sayısının I. Arkhelaos’un ölümünden sonra, Pompeius zamanında korsan Antipatros’a ait olan Derbe de dâhil olmak üzere, Kastabala ve Kybistra civarında yer alan Kilikya’dan alınan bölge ile korsanlık işlerinin yoğun olduğu tüm alan ve Elaiussa dolaylarındaki Kilikya Trakheia’nın da Arkhelaos’a verilmesi ile birlikte on bire yükseldiği kaydedilmektedir. Böylece Kapadokya’nın sınırları Lamos Irmağı’na kadar genişlemiştir. Ancak Kilikya Trakheia’nın batı bölümündeki iç kısımlar Olba dışında on birinci strategia’ya dâhil değildir. Zira Ramsay bu bölgenin M.S. 15’e kadar Ajax isimli bir sülale tarafından yönetildiğinden bahsetmektedir. Kapadokya’nın en güneyini Bagadaonia oluşturmaktadır. Nitekim Strabon burası hakkında “Bagadania hem düz ve hem de hepsine oranla (Kapadokya’nın diğer bölgeleri), (zira Tauros’ların dibinde bulunur)burada da hemen hemen hiç meyve ağacı yetişmez.” şeklinde bahsetmektedir. Roma dönemi içerisinde Kapadokya eyaletinin sınırlarını en iyi belirleyecek olanlar strategia’lardır. Ancak Strabon Arkhelaos ve ondan önce gelen krallar döneminde Kapadokya’nın krallık iken on valiliğe bölündüğünü de belirtmektedir. Bunların ilk beşi Melitine, Kataonia, Kilikya, Tyanitis, Garsauritis’tir. Kalanını ise Lauiansene, Sargarausene, Sarauene, Khamanene ile Morimene oluşturmaktadır. Yine yazarın verdiği bilgilere göre Morimene, Kapadokya bölgesine ait kuzey strategia’larının en batı noktasını oluşturmaktadır ve bu sınır farklı dönemlerde değişikliğe uğramıştır. Strabon’un gösterdiği sınırın özellikle Roma dönemi içerisinde daha da kuzeye uzanmış olabileceği imkân dâhilindedir. Galatya Kapadokya sınırını Halys’ın kollarından biri olan Kappadox oluşturmaktadır. Bu bölge Kapadokya ve Galatya arasında bulunmaktadır ancak Kapadokya’ya aittir. Pontus ve Kapadokya sınırı ise Khammane’nin en batı ucundan başlayarak Lauiansene’nin en doğu ucunda son bulmaktadır ve burada doğudan batıya uzanan dağ silsilesi yer almaktadır. Nitekim Pliniusbölgenin doğusunda, Büyük Armenia ve Kapadokya’nın bitişen kısmında Melitine’nin sınır olduğunu ifade etmektedir. Kapadokya’nın güney sınırını ise Pylae Kilikya’nın oluşturmuş olması muhtemeldir. Kapadokya Bölgesi’nin güneybatı sınırını Lykaonia Bölgesi oluşturmaktadır. Tyanitis strategia’sının bir parçası olduğu öngörülen bu coğrafyasının şehirlerini Kapadokya’ya dâhil olan Kybistra ve Kastabala oluşturmaktadır. Strabon bununla ilgili daha detaylı bir bilgi vererek Lykaonia ve Kapadokya arasındaki sınırın Kapadokya’ya ait Garsaura ile Lykaonia arasında bulunan ama Lykaonia’ya ait Koropassos Köyü’nün oluşturduğunu ifade etmektedir. Cicero ise Kybistra’dan, Kilikya’ya yakın, Tauros Dağları’ndan çok uzak olmamakla birlikte Kapadokya’nın en uç noktası olarak bahsetmektedir. Kapadokya’nın bir Roma eyaleti olmasına karşılık, başlarda Romalılar Kilikya’nın bir bölümünü Arkhelaos’un oğlu II. Arkhelaos’a vermişlerdir. Kilikya Trakheia’nın kalan kısmında ise Romalıların nasıl bir siyaset izlediklerine dair net veri bulunmamaktadır. MS 36 tarihinde hala bu bölgede II. Arkhelaos hüküm sürmeye devam etmiştir. On birinci strategia olarak adlandırılan bölge (Kilikya Trakheia ve Lykaonia’nın bir kısmı) Caligula Germanicus döneminde (MS 37-41) IV. Antiokhus ve İotepe’ye devredilmiştir. Ramsay, bundan sonra strategia’nın “Antiochiane” olarak isimlendirildiğinden bahsetmektedir. Plinius ise Kapadokya’nın iç bölgelerinde bulunan şehirler ile ilgili detaylı bilgiler vermektedir. Buna göre bunlar Cladius Sezar’ın (MS 41-54) kolonisi olan Arkhelais, Komana’nın kasabaları, Neocaesaea, Amaseia, küçük kasabalar olmasına rağmen Sebastia ve Sebastopol, Euphrates Nehri’ne (Fırat) uzak olmayan DioSezarea, Tyana, Kastabala, Magnopolis, Zela ve Caiseria (Kayseri)’dır. MS 54 yılında, İmparator Nero döneminde, Kapadokya eyaleti geçici olarak Galatya eyaletine bağlanmıştır.
Miladi 60 yılında Neron döneminde vergiler son sınıra dayanmış ve halkın sefaleti genelleşmişti. Bu durumla, yeni bir dinin kucağına hayranlıkla atılıyorlardı. St. Paul Tarsus' a çıkmış ve Filistin savaşlarının buralara sürüp getirdiği çok sayıdaki Musevi arasında, Hristiyanlığı yaymaya başlamıştı. Birçok dine sahne olmuş olan bu memleket, iki dine de hoşgörüyle bakıyordu. Hristiyanlık, Kapadokya'da çabucak yerleşti. (38*) Kapadokya eyaleti MS 66 yılında Galatya eyaletinden ayrılmıştır. İmparator Vespasianus (MS 69-79) Kapadokya Bölgesi’nde yapılan barbar saldırıları yüzünden bölgeyi onlara karşı korumak maksadı ile buraya iki legio (birlik) yerleştirmiştir. Bu legioların birinin Melitine’de olan Legio XII. Fulminata ile diğerinin Samosata’da (Samsat) bulunan Legio XVI. Flavia olduğu belirtilmektedir. Strabon Melitine’nin “Kapadokya’nın bölünmüş olduğu on valilikten biri olduğu” bilgisini vermektedir. Bu dönemde Kapadokya, Galatya eyaleti ile birleştirilmiştir (MS 76). Bu birleşme ile birlikte Lykaonia’nın tamamı bu birleşik eyalete dâhil edilmiştir. Böylece birleşik eyaletin sınırları oldukça genişleyerek Orta-Doğu Karadeniz ile Euphrates Nehri’ne ulaşmış ve Suriye eyaleti sınırlarına dayanmıştır. Galatya-Kapadokya valisi olan Domitius Corbulo kendi eyalet sınırları içinden Parthlara karşı eyaleti savunmak için burada bulunan Lejyonlardan asker toplamıştır. Vespasianus’tan sonra ardılı olan oğlu Titus (MS 79-81) döneminde Galatya- Kapadokya Eyaleti’ne Armenia Minor da eklenmiştir. Oğuz Tekin, birleşik Galatya-Kapadokya Eyaleti’nin, MS 93 yılında, vali L. Antistius Rusticus’un ölümü üzerine bir kez daha Galatya’dan ayrıldığını ifade etmektedir. Buna kanıt olarak ise Rusticus’un ölümünden sonra atanan Sospis’in bir yazıtta sorumlu olduğu bölgeler içinde Kapadokya ismini zikretmemesini göstermektedir. Ona göre MS 95 yılında yeniden birleştirilen eyalete vali olarak T. Pomponius Bassos getirilmiştir. M. Ali Kaya ise bu döneme ait bazı yazıtlarda bir takım bölgelerin bulunmamış olmasına rağmen Galatya-Kapadokya Eyaleti’nin MS 113-114 yıllarına değin birleşik eyalet olarak varlığını sürdürdüğünü ifade etmektedir. Eyalet valilerine ait yazıtlarda eyalet sınırları içinde bulunan bütün bölgelere yer verilmediğini belirtmektedir. Birleşik eyaletin son valisi olarak ise Quadratus Bassos’un ismi geçmektedir. MS 113 yılında Kapadokya ve Galatya’nın birleşik eyalet olma durumunun sona erse de Küçük Armenia’nın Kapadokya’ya bağlı kalması devam etmiştir. Bu dönemde Kapadokya’nın sınırları Galatya’dan ayrılmış olmasına rağmen Tavion ve Pontus Bölgesi’nin de eklenmesi sonucunda oldukça genişlemiştir. İmparator Traianus (MS 98-117) döneminde Kapadokya birleşik eyaletten yeniden ayrılmıştır. Ayrı bir eyalet olan Kapadokya’nın yönetimine L. Catilius Severus ve yardımcısı procurator T. Haterius Nepos getirilmiştir. Bu dönemde Kapadokya Bölgesi Parthia ile Roma arasında bir tampon görevi görmüş, Parthlar üzerinde düzenlenecek sefer için bölgede yollar inşa edilmiştir. Kapadokya eyaletinin yönetimini eski consuller arasından tayin edilen legatuslar üstlenmişlerdir. MS 113-114’de Kapadokya imparatorun consul eyaleti olmuştur. MS 117 yılında Batı Kapadokya’nın birleşik eyaletten ayrılarak ayrı bir praetor vali idaresine verilmiş olabileceği düşünülmektedir.
M.S. 262 yılında Postumus döneminde bu bölgeler tekrar Roma idaresine geçmiştir. Kuzey Karadeniz’den, Pontos ve Kapadokya’ya, gelen Got kavimlerinden Maeotidler’in istilası M.S. 275-276 tarihinde imparator Tacitus tarafından durdurulmuştur.(40*) Roma imparatoru Diocletianus döneminde (MS 284-305) Kapadokya Eyaleti ikiye ayrılmıştır. Bu bölünmeye göre batı kısmı Kapadokya olarak anılmaya devam ederken, doğusu önce Armenia Minor ile birleştirilmiştir. Bu bölgenin daha sonra IV. yüzyılın sonlarında Armenia Secunda olarak isimlendirilmiş olabileceği ileri sürülmektedir.
Constantinus’un M.S. 337’deki ölümünden sonra Doğu Eyaletleri oğlu Constatinus’un payına düşmüştür.(41*) İmparator Valens (MS 364-378), Diocletianus zamanında ayrılan Batı Kapadokya’yı, MS 371/372’de yeniden ikiye bölerek ayrılan bölgelere “Kapadokya Prima” ve “Kapadokya Secunda” isimlerini vermiştir. Kapadokya Prima’nın merkezi Caesearia olurken, önce Podandos’u daha sonra Tyana’yı Kapadokya Secunda’nın merkezi olarak belirlemiştir. Ancak Ramsay Podandos’un geçici olarak Kapadokya’ya verildiğini savunmaktadır. Valens’in bu ayrışmayı yapmasının sebebi olarak Sezareia Piskoposu Basil’in güçlenmesi dolayısı ile ona ait olan araziyi küçülterek, Piskopos’un gelirlerini daraltıp onun maddi olarak sıkıntı yaşamasını sağlamak olduğu gösterilmektedir. İmparator Valens “comes domorum” olarak adlandırılan ve yetki bakımından eyalet valisine denk olan bir görevliyi Sezareia’nın yönetimine tayin etmiştir. MS 395’te Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılması ve daha sonra Bizans döneminde Kapadokya doğu sınırı içinde yer almaya devam etmiştir.
M.S. 18'de çok zengin ve gelişmiş bir şehir olarak karşımıza çıkan Avanos, yörenin en önemli politik ve dini merkezlerinden biridir. Krallık hiyerarşisinin üçüncü adamı olan Avanos rahibine hizmet eden Euphrates'in yazıları bize Avanos'ta çok sağlam ve güçlü bir aristokrasinin varlığını göstermektedir. İlk çağlardan beri Kapadokya'nın en önemli kenti olan Kayseri, Romalılar döneminde de Kapadokya'nın merkezidir. İmparator Tiberus tarafından Sezare (Kayseri) adı verilen şehrin etrafı, daha sonraki yıllarda İran'dan gelen Sasani saldırılarına karşı Gordianus tarafından surlarla çevrilmiştir. Roma döneminde de Doğu'dan gelen saldırılar devam etmiştir. Gerek bu saldırılar yoluyla toprakları ele geçirerek gerekse göç yoluyla gelip bu topraklara yerleşenlere karşı Romalılar lejyon denen askeri birlikleriyle mücadele etmişlerdir.
Diğer taraftan Anadolu'da yayılmaya başlayan Hıristiyanlar için Roma dönemi hareketli bir dönemdir. Bilindiği gibi, Hıristiyanlığın ilk yılları puta tapan Roma Devleti'nin ağır baskıları altında geçmiş, bu da Hıristiyanları büyük şehirlerden kayalık gizli alanlara kaçmaya yöneltmiştir. Anadolu‟da yayılmaya başlayan ilk Hıristiyanların bir kısmı büyük Şehirlerden köylere göç etmeğe başladılar. Kayseri‟nin önemli bir din merkezi haline geldiği 4. yüzyılda, kayalık Göreme ve çevresini keşfeden Hıristiyanlar, Kayseri Piskoposu da olan Aziz Basil‟in dünya görüşünü benimseyerek kayalar içinde manastır hayatını başlattılar (4*). Bölgede ilk Hıristiyan yerleşmeler, Aziz Paulus'un bir misyonerlik gezisi sırasında burayı keşfetmesiyle başlar. Hıristiyanların bölgede yaygın olarak görülmeye başladığı dönem, 3. yüzyıldır. 3. yüzyılda kuvvetli şahsiyete sahip rahipler bölgeyi dini düşünce ve yaşantının merkezi haline getirdiler. (4*). Roma Kralı Diokletien'in Hıristiyanlara uyguladığı baskı ve takibat, ardılı I. Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul etmesiyle başlayan rahatlama ile yaşanan bu dini heyecan devri, aslında aynı zamanda pek çok doğal külte inanmanın da doğal sayıldığı dini bir senkretizm devridir. Bu tarihten sonra Romalılar, Bizanslılar ve ardıllarının Kapadokya halkını kendi kültürlerine asimile etme gayreti içinde olmadıkları anlaşılmaktadır.
Romalılar'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu ele geçirdikten sonra yaptıkları ilk iş bölgeyi Ege'ye bağlayan bir yol yaparak iki önemli merkez arasında ulaşımı sağlamak olmuştur. Askeri ve ticari açıdan yapımı büyük önem taşıyan bu yol, Kapadokya'dan geçmektedir. Böylece, Anadolu'nun iç kesimlerinin denizle bağlantısı sağlanmıştır. Ancak, deniz ticaretinin toprak ürünleriyle desteklenmemesi sonucu bir ekonomik bunalım başlamıştır. Kral Antonin zamanında patlak veren ekonomik bunalım 284 yılında İmparator Diokletien'in tahta çıkışına kadar devam etmiştir. Bu dönemde İmparatorluk, yani merkeziyetçi unsur kavramı, yerini merkezden kopma eğiliminde bulunan kuvvetlere bırakmaya başlamıştır. Dolayısıyla para hacminin aşırı derecede daralması, büyük toprak sahiplerinin malikanelerine kapanmaları sonucunu doğururken, aynı zaman içinde köle-işgücünün azalması da (yayılma savaşlarında toparlanıp getirilen köle neslinin tükenmesi, yenilerinin sağlanmasındaki mali imkansızlık) bunları topraklarına yeni bir düzen vermeye itmiş, topraklar ikiye bölünmüştür. Birinci toprak tipi, efendinin hası olup (indominicatum) konutla (villa) birlikte işlenebilir toprakların büyük bir kısmından meydana gelen toprak tipidir. Diğer toprak tipi özgür denen köylüler (koloni) arasında "çift" (manses) olan iki bölüme ayrılmıştır. Koloni (köylüler) ürünlerinin onda biri kadarını toprak sahibine vermekle ve zamanlarının büyük bir kısmını da senyörün toprağında harcamakla yükümlü kılınmıştır.15 Tarımsal üretim ilişkilerinin şartlarındaki değişiklik, yaşamı daha da zorlaştırmıştır. Kolon sürekli, soydan gelme, ama gönüllü olmayan bir çiftçidir. Toprağa bağlılık onun için hem bir hak hem de zorunluluktur. Öyle ki toprağı terk edemez, kaçmaya teşebbüs ederse ağır bir şekilde cezalandırılır.
İmparator Julianus (Jülyen-Jülyanüs) Apostata zamanında (361-262) saygın bir bilgin ve din adamı olan Kayseri Başpiskoposu, yoksul halkın yaşam düzeyini yükseltmek için çok çaba harcamıştır. Ancak merkezdeki Roma yönetimi bu uygar din adamının toplum üzerindeki etkisinden çekinerek Kapadokya'yı kuzey ve güney olmak üzere iki yönetsel bölgeye ayırmıştır.
İmparator Jülyen (Julien), topraklarının her tarafında Roma tanrılarını diriltmek için şiddetli tedbirler kullanarak gazap ve öfkesini Kayserililer üzerinde çok ağır bir şekilde hissettirmişti. Bazen Mecusiler ve bazen ruhaniler tarafından baskıya uğrayan Hristiyanlar, eşyalarına el konulan kiliselerini terk etmek zorunda kalıyorlardı. Kapadokya'nın en vahşi, en ayak basmamış vadilerinde Hristiyanların kayaların içlerini oyarak yaptıkları çok sayıda küçük kilisenin yapımı işte bu döneme, yani III. yüzyıldan, V. yüzyıla kadar uzanır. (38*)
Anadolu’ nun öteki vilayetleri umumiyetle şehirlere ayrılmışken, Kapadokya büyük bölgelere ayrılmıştı ve her bölgede köyler, hatta kasabalar bulunuyordu. M.S. IV. Asırda Caesseria Başpiskoposu’ nun bölgesi o kadar büyüktü ki kendine yardım etmek için elli tane muavin piskoposu vardı. Ekseriya bölgenin ismi kasabanın isminden başka olurdu; bazen piskopos lakabını kasabadan aldığı halde (Sasima, Basilika, Therme, Doara piskoposu gibi) bazı müverrihler de kasabanın bulunduğu bölgeyi kendi adıyla zikrederdi. Bunun için Kapadokya isimlerinin bir çoğu sıfat şeklindedir (Melitene, Sakasene, Sobegene, Sebagene gibi) (28*)
Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasıyla Kapadokya Doğu Roma Devleti'nin (Bizans) hakimiyeti altında kalmıştır. Konstantin (Bizans) zamanında Kapadokya, Pont ruhani liderliğiyle birleştirilmişti. Bununla beraber kilisesi önceliğini yine korumuş ve Hristiyanlığın olağanüstü hızla yayılmasıyla 366 yılında Valens zamanında . elli Episkoposluk sayılmış ve bu liderler içinde üç rahip, Asya'nın en ünlüleri arasına girmişti: St. Gregoire Thaumaturge, köken olarak Kapadokyaiı idi; bu rahip miladi III. yüzyılın ikinci yarısında yaşadı. Bundan başka Kayseri Episkoposu St. Basile ile kız kardeşi St. Macrine ve Nyssa'lı St. Gregoire (St. Gregoire de Nysse) Hristiyanlık onurunu en üst düzeye çıkaranlardandır. (38*)
Bizans döneminde Kapadokya Anadolu'nun iki piskoposluk merkezinden biri olmuştur. Aynı zamanda üç büyük azizin memleketi olarak da bilinir. Bunlar, Kayseri Başpiskoposu Büyük Basil, Kardeşi Nissalı Gregory ve Naziruslu Gregory'dir. Aziz Basil kaya kiliselerin ve manastırların kurucusudur.
Bizans Piskoposluk listelerinde Kapadokya bölgesi üç metropolise ayrılmıştır: 1. Kapadokya Prima-Kayseri Metropolis (Piskoposluk merkezleri: Thermarum Basilicarum, Nyssa, Camulianorum ve Ciscissi), 2 Kapadokya Secunda-Tyana Metropolis (Piskoposluk merkezleri: Cybistrorum, Faustinopolis, Sasimorum ve Balbissa), 3. Kapadokya Tertia- Mokissos/Justinianopolis Metropolis (Piskoposluk merkezleri: Nazianzi, Coloniae, Parnasi ve Doarorum) (31*)
Bizans'ın ilk yıllarında bölge sakin bir dönem yaşamıştır. İmparatorluğun sınırlarının Kafkasya'ya kadar uzandığı düşünülürse, Kapadokya ve çevresi coğrafi bakımdan merkez durumundadır. Bölge halkı bu dönemde Helen-Roma fikirlerinden ziyade İran'ın etkisi altında kalmıştır. Doğu'dan güçlü Arap ve Sasani akınları başlamış, İmparator Heraclius Anadolu'nun önemli kısmını askeri eyaletlere ayırmıştır. Kapadokya da bu eyaletlerden biridir. İmparatorluğun Doğu bölgelerinin işgal altında kaldığı, Hakiki Haç'ın Kudüs'ten kaçırılıp tekrar geri alınarak Kudüs'e götürüldüğü, savaşların aralıksız devam ettiği bu kargaşa döneminde Derinkuyu ve Kaymaklı gibi düz ovalarda yaşayan halk yeraltı şehirlerine, dağlık kesimlerde yaşayanlar ise kaya kilise ve hücrelere sığınmıştır.
Ancak 7. yüzyıldan itibaren Persler tekrar Anadolu‟yu istila ettiler ve Kayseri‟yi işgal altında tuttular. Daha sonra Kudüs‟ü ele geçirdiler ve Hakiki Haçı Ctepsiphon‟a taşıdılar (Ctepsiphon: Bağdat sınırları içinde antik bir yerleşim yeri). Bunun üzerine İmparator Heraclius Anadolu‟nun elde kalan kısımlarını askeri eyaletlere ayırdı ve Kapadokya, askerî açıdan organize edildi. Orduda hizmet edenlere topraklar verildiğinden toprağa sahip askerî aristokrat grubu ortaya çıktı.
Daha sonra imparator Heraclius kaybedilen toprakları geri alıp Hakiki Haçı Kudüs‟e geri götürdü. Ancak doğu eyaletlerinde askerî bir düzen bulunmadığından Araplar tarafından işgal edildi. Kayseri 647 ve 726‟da iki kez el değiştirdi. Derinkuyu ve Kaymaklı gibi düz ovalarda yaşayan halk yer altı yerleşimini tercih ederek kendilerini savundular. Dağlık bölgelerdeki kaya kiliseleri ve hücreler sığınak oldu (4*).
Bizans Devleti bir yandan Arap ve Sasani akınlarıyla baş etmeye çalışırken, diğer yandan Focas zamanından başlayıp II. Basil döneminde doruğuna ulaşan yayılma siyaseti, ilk bakışta zaferlerle dolu ama uzun vadede yıkım getiren bir savaşlar dizisine yol açmakla kalmamış, feodalizmi azdırmıştır. Orduda hizmet edenlere toprak tahsis edildiğinden, bir süre sonra toprak sahibi askeri aristokrat grup ortaya çıkmış, kiliselerin ve feodallerin gücü artmıştır. İmparator Basileos'un ölümünden sonraki çağda, büyük malikaneler hızla artarken asker ve köylü kökenli küçük mülkiyet çökmeye başlamıştır. Vergiler, resimler, angaryalar kadar, toprağa bağlılığın içerdiği bütün külfetlerin ağırlığı altında ezilen bağımlı köylünün gösterdiği tek tepki, çok kere nereye olduğunu bile bilmeden kaçmaktan ibarettir.
Ayrıca Bizans döneminde uzun süredir devam eden mezhep çatışmaları iyice artmış, İmparator III. Leon'un ikonları yasaklamasıyla ikonoklasm dönemi başlamıştır (726-843). Önce, Hıristiyanlara baskı yapan Sasanilerin ve din büyüklerinin tasvirine karşı olan Arapların saldırıları nedeniyle ikona yanlısı keşişler, Göreme, Ürgüp ve Avanos çevresindeki kayalık, kuytu bölgelere sığınmışlardır. İkon kırıcı akımın Bizans'ta güç bulmasıyla taşlardan oyulmuş manastır ve kiliselere sığınanların sayısı da artmıştır. Bu dönem, İmparatoriçe Thedore'un ikonları tekrar serbest bırakmasıyla son bulmuştur.
IX-XI. yüzyıllar arasında Göreme ve Zelve önemli bir manastır yerleşimine sahne olmuştur. Bu dönemde kuzeyde Pontus Krallığı'nın elinde olan Hıristiyanlık merkezleri Kapadokya'ya kaymıştır.
Toprak mülkiyetinin değişimi ve savaşların yarattığı sosyal bunalım, sefaleti, açlığı ve salgın hastalıkları da beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda, rahipler ile Bizans imparatorları arasında mülkiyet ve iktidar mücadelelerinin kızıştığı bir dönemdir. Bu mücadelenin nedeni, manastır rahiplerinin bağış toplaması sonucu imparatorun hazinesinin küçülmesi, ordunun askersiz ve ikmalsiz kalması ve manastır mülkiyetini sınırlama yoluna gitmesidir. Bu mücadeleye rağmen, kilise önemli bir ekonomik güce ulaşarak Bizans halkındaki feodal-yoksul köylü ikilemini keskinleştirerek ileride patlayacak iç kavgalara zemin hazırlayacaktır. Bu zor hayat dini sığınma arayışlarını güçlendirdiğinden Kapadokya kiliselerine insan yığılmaları başlamış ve Bizans Selçuklu fetihlerine kapılarını ardına kadar açmıştır. Bütün bu gelişmeler Bizans'ın Orta ve Doğu Anadolu'yu kolayca kaybetmesine zemin hazırlamıştır. Sonraki yıllarda Bizans Devleti'ndeki taht kavgaları Türk güçlerinin hakimiyetini artırmıştır.
Ancak Oğuz Türklerinin, nizami Bizans ordularıyla başa çıkması çok da kolay olmamıştır. İlk olarak 1064 yılında Kayseri ve Nevşehir yönüne doğru ilerledilerse de yenilgiye uğrayıp, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Bu tarihten sonra Alparslan'ın komutanlarından Afşin Bey Bizanslıları yenilgiye uğratıp bölgeyi ele geçirmiş, ama bu durum uzun sürmemiştir. Anadolu'nun kapıları Türklere 1071 Malazgirt Savaşı ile açılmıştır. ( )